Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 60-80 / Aktif Sayfa : 4
Tarihçi, bir avukat gibi değil, bir hakim gibi olmalıdır. Olayların, kişilerin veya fikirlerin savunuculuğuna girişirse gayriihtiyari, aleyhteki delilleri atlayabilir. Bu durumda tarihi hakikat meydana çıkmaz. Fakat hakim, bir olayda, lehte ve aleyhte bütün delilleri göz önünde bulundurarak, bütün tanıkları dinleyerek gerçeğin ve hakikatin meydana çıkmasına çalışır. Tarihçinin de işi tam olarak bu olmalıdır. Elinizdeki bu eser, belki de aleyhte bir tanık sayıldığından 1932’den beri hiç basılmamıştır. Fakat
Herkes yenilebilir dostum, bir kuş düşebilir çatıdan Soğuktu, üşümüş olur, donmuş olur, bir sebep olur Bir şehir yitebilir, haritada gizlenir, bir ırmak kurur Kazanmak şart mı, böyle atlar gibi koşmak şart mı? Unutma balkonlarda kuşlara yem serpen hep olur
Esirlikten kurtulan ama hürriyetin tadına varamayan Cengiz Dağcı'yı anlatır."Yurdunu kaybeden adam için hürriyetin bile bir manası kalmadığını şimdi anlıyorum. İçinde doğduğum, gülüp oynadığım yerlerde benim dilim konuşulmuyor artık. Bir zamanlar, o topraklarda dilimi konuşan insanların ne olduklarını da bilmiyorum. Son fırtına, ağacı devirdi. Bizler, uçurduğu birkaç yaprak, boşlukta yolunu şaşırmış, ümitsiz ve şaşkın, meçhul bir geleceğe doğru, yalpa vurup duruyoruz.
Değerli kardeşim Çınar Ata’nın ele almış olduğu Hâce Ubeydullah Ahrâr romanı, hepimizin ortak değeri olan atamızın manevi hazinesini daha yakından hissetmek, ahlak pınarının önemli kaynaklarından birinin hayat yolu ve ideallerini kavramak bakımından son derece önem arz etmektedir. Böylesi güzel bir eserin Hâce Ubeydullah Ahrâr’ın yaşadığı tarihi bölgeleri kapsayan Özbekistan Cumhuriyeti’nin 30. Bağımsızlık Yıl Dönümü’nde yayınlanıyor olması bizleri ayrıca mutlu etmektedir. Bu vesileyle eserin yazarını bu gü
Rusya’da yayımlanmış ilk modern roman olarak kabul edilen, kuşaklar arası çatışmayı merkeze alan Babalar ve Oğullar romanı yayımlandığı dönemde büyük yankı uyandırmıştır. Romana duyulan tepki o kadar büyümüştü ki Turgenyev ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Romanın başkarakteri olan Doktor Bazarov bilimi önceleyen tavrıyla mutaassıp aile bireylerine meydan okumakla kalmaz tüm geleneksel kurum ve otoriteye de başkaldırmaktadır. Hem dönem Rusyası’ndaki devrimci düşüncenin gelişimini ve yakıcı hoyratlığını he
sinsi bir adaletle hamal'layıverdim aklım toklaıuk aklım kemikleıime haberlenmişti dazlak birer hologram idim kah eril kah dişil çınlıyordum uzaydan uzaya virüskardım, gündemin en net virüskarı asılsız bir haber gibi deneylendim varoluşla acıma kulluk, acıma tartılıyordum istedim ki yıkılsın duvarı duvarcmın dünyanın kapusu yoktu, benim kapusuzluğumdu dünya hayat ben varım: ölüm etimde şehvetlenmiş ben varım: açıyla toklanmış sokaklarım
Türk edebiyatının tanınmış ve kıymetli yazarlarından Tarık Buğra sadece romanlarıyla öne çıkmış bir isim değildir. O, kalemini gerek hikâye gerek tiyatro ve senaryo gerekse fıkra ve deneme çalışmaları için de usta bir şekilde kullanmıştır. Fıkralarından derlenen Gençlik Türküsü isimli bu kitap da onun, çoğunluğu Yeni İstanbul’dan alınan yazıların bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmıştır. İlk kez Milliyetçiler Derneği Neşriyat tarafından 1964’te yayımlanan kitap, Buğra’nın kaleminin kıvraklığını ve diğe
“Yaşam, varlığın kendinden yola çıkışıysa Kendimle yeniden tanışmalıydım, vardığımda”
Tükendi
Fatma Aksu’nun duvarından memnun olmayan taş kitabında halk edebiyatından divan edebiyatına, Batılı yazarlardan Şark klasiklerine kadar geniş bir imge dünyası ve mecaz kullanımı gözlemleniyor. Bunun günlük kullanılan dilin yalınlığı ve her kesimden okur için anlaşılabilir bir üslup bütünlüğü ile yapılmış olması da eseri emsallerinden farklılaştırıyor. Sadelik içinde soyut düşünceyi Türkçenin imkânlarıyla güçlendiriyor. Yeni Türk şiirine farklı kapılar aralıyor.
“Les précieuses ridicules [Zarafet Budalaları] ilk defa olarak 18 Teşrinisani [Kasım] 1659 tarihinde “Petit Bourbon” sahnesinde temsil edildi. O tarihte “Préciosité” hastalığı Fransız cemiyetini yarım asra yakın bir zamandır ifsat edip duran bir illet vaziyetinde idi. Bu gülünç dert efkârıumumiyeyi artık usandırmıştı. Onun için bu bir perdelik piyes Molière’in hayalinden bile geçmemiş bir muvaffakiyet kazandı. İhtiyar bir seyirci: “Cesaret, Molière! İşte hakiki komedi!” diye bağırdı. Tiyatronun hasılatı bi
Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize. Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden İtler bile gülecek kimsesizliğimize. Gidiyorum: Gönlümde acısı yanıkların... Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda. Dün benimle birlikte gülen tanıdıkların Yalnız bir hâtırası kaldı artık yanımda. Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz; Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağı’na. Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin Değişilir topu da bir sokak kaltağına.
Bana şiir gelirken toprağa şimşek gelir Ölürkenki o gülüş, tutsak dirilten umut Çiğnenmiş güller gibi kara yere saçılmış Ölmüş ozanlar gelir, gönlü kor yüzü bulut Ey kişi, ey maroken, ey mersedes, pangonot Ey yalan, ey alçalma: çiftleşir, vergi verir Ey yoksulun kanına ekmeği banan hoca Ey çorak dağlarında yalvaç taşlayan kibir Yağdırıp duruyorken esirgeyen o Tanrı Bana şiir gelirken söyle sana ne gelir.
"Osmanlı'nın sırrı nedir" sorusunun cevabını arayan yazarın Osmanlı kuruluş döneminin dinamiklerini ve felsefesini bugünkü dille inşa ettiği romandır. Duvarları süsleyen "Ey Osmancık; beğsin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana; güceniklik bize, gönül alma sana; suçlama bizde, katlanma sende; bundan böyle, yanılgı bize, hoş görmek sana; aciz bize, yardım sana; geçimsizlikler, uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çatışmalar bize, adalet sana; kötü göz bize, şom ağız bize, haksız yorum bize, bağışlama sana. Ey Os
Bizi denize dökmek isteyen hainlerin firarını seyretmek ne hoş oluyor, değil mi?” diyerek, bu büyük zaferin verdiği neşe ve sevinç içinde gülüyordu. Oruç ve İshak Beyler, Türk kahramanlarını tebrik ediyorlardı. Artık dost ve düşman, herkes inanmıştı ki Allah Türklerle beraberdi ve yalnız Türklere yardım ediyordu. Tarihî romancılığımızın ilk ve en önemli isimlerinden İskender Fahrettin, Barbaros romanında okyanuslarda zaferden zafere koşan Türk leventlerini anlatıyor. Sarayda gerçekleşen entrikalar, akıl
«Deli Kurt», Osmanlı tarihinde Yıldırım Bayazıd'dan sonra «Şehzadeler Kavgası» diye anılan devrin tarihî bir romanıdır. Bir bakıma göre de «Bozkurtlar»da başlayan Orta Asya'daki hayat kavgasının yeni vatan Anadolu'da devamıdır. Şehzadeler arasında süren ve tafsilâtı henüz yeterince aydınlanmamış bulunan çarpışmada Yıldırım'ın oğulları hayat ve taht mücadelesinin hem kahramanca, hem şairane, hem de sefîhane bir örneğini vermişler ve birbiri ardınca hayata veda ederek meydanı içlerinden birisine bırakmışlardı
Millî, dinî ve insanî ideallere bağlı bir milletin, asırlarca, nasıl bir Cihân hâkimiyeti mefkûresine erişerek yükseldiğini, "Nizâm-ı âlem dâvâsı ile başka milletlere ne derece adâlet ve nizâm getirdiğini anlatır. Türklerin, tarih boyunca, kıtalara hâkimiyeti malumdur; fakat bu kudretin manevî ve mefkûrevî âmilleri hakkında gerektiği gibi düşünülmemiştir. Bu durum Türk milletini, tarihini ve medeniyetini anlamakta, hatta İslâm ve Hıristiyan dünyalarının tekâmüllerini îzahta zorlanılmasına sebep olur. Türk C
Azerbaycan aydını, Kafkaslardaki Türk edebiyatını çağdaş, modern, bilimsel ve faydacı yaşamın ve geleceğin bir anahtarı olarak görmüştür. Bu minvalde, Azerbaycan edebiyatı üzerinde araştırmalar, incelemeler, değerlendirmeler ve çalışmalar yapılıp, sayısız yazı yazılmıştır. Abdullah Tevfik Muhammedzade (Abdullah Sur) da Azerbaycan edebiyat biliminin ve edebiyat eleştirisinin en dikkat çeken isimlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Abdullah Sur’un, Azerbaycan edebiyatından hareketle Türk edebiyatının t
“Çünkü ben ailemden her kişi için bir kuş keseceğim. Her birinin hikâyesini üfleyeceğim kanatlarına. Dergilerde, kitaplarda donup kalmış olan ama aslında aynı anda uçup durmakta olan kuşlar gibi sonsuz uçuracağım onları. Ve onlar konacakları suyu, toprağı, dalı iliklerinde taşıyacak.”
Çal çoban çal!.. Bu yüksek dağlar, bu geniş ovalar, bu şarkılar söyleyen dereler, bu öten ormanlar, bu yer, bu gök; senin, hep senin, sonsuza dek senindir. “Çal Çoban Çal”, ülkesi işgal edilen bir milletin kalbinin derinliklerinden yükselen bir feryat. Süleyman Nazif’in baskı ve zorbalığa hiçbir zaman boyun eğmemiş kalemi, bu feryada tercüman oluyor. Mondros Ateşkesi sonrası Anadolu’da dalga dalga yayılan işgaller karşısında kâh Ankara Savaşı’nda Timur’a esir düşen Yıldırım Bâyezid’e uzanıp tarihten tesell
Bayram Hediyesi\` nde okuyacağınız hikayelerde insanımızı bulacaksınız. \`Herşeyin temeli kültürdür\` diyenler, aslında insanın önemini vurguluyorlar. Çok komplike bir varlık olan insanın değişen ve değişmeyen vasıfları bulunmaktadır; zevkleri, damak tadı ve benzeri hassaları değişmektedir. Binlerce yıl önce nasıl ki kıskançlık, hasetlik, ikiyüzlülük, zayıf taraflarımızı gizleme, kuvvetli taraflarımızı sezdirme gibi duygu ve tavırlarımız varsa, bugün de vardİr. Bu değişmez özelliklere sahip insani her kültü
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 60-80 / Aktif Sayfa : 4