Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 120-140 / Aktif Sayfa : 7
Fatih İstanbul Kapılarında ve Bizans Saraylarında, eğitimci-yazar M. Sami Karayel’in 1 Haziran 1939 ile 14 Mart 1940 tarihleri arasında Son Telgraf gazetesinde tefrika edilen romanıdır. Roman, İkinci Murad dönemi ile başlıyor. Bu dönemin genel bir manzarasını çizdikten sonra padişahın oğlu Mehmed’i tahta çıkarışı ve akabinde vuku bulan Varna ve İkinci Kosova muharebelerini, saray çevresi etrafında işliyor. Ardından genç Mehmed bir kez daha tahta çıkıyor ve ilk icraatı İstanbul’u fethetmek oluyor. Özellikle
Bizanslıların kısmı azamı harpten usanmış, bezmiş kimselerdi. Semavî mucizeler zuhurunu bekleyen halkın bir kısmı da, Türklerin, Bizans’a ne kadar takarrüp ederse etsinler, nihayet ani bir felaketle mahvolacakları kanaatiyle lakayt yaşıyorlardı. Heyet, Romanos Kapısı’ndan verilen bir işareti müteakip yola çıkmıştı. Üç kişiden mürekkep olan sulh ve müzakere heyeti, Türk ordugâhına vardığı zaman Sultan Mehmet çadırında oturuyordu. Heyeti kabul ettiği zaman neşesi yerindeydi. Heyet reisi: “Haşmetmeap!” dedi, “
7000 SENE EVVEL SÜMER MEDENİYETİNİ YARATAN TÜRKLERİN TARİHİ Türk tarihinin ana hatları çizilirken Sümer medeniyetinin son günleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk günleri arasında büyük bir benzeyiş gördüm. Büyük Gazi, 20. asırda Cumhuriyet Türkiyesini nasıl yaratmışsa yedi bin sene evvel yaşayan Sümerlilerin başına da Gazi gibi bir halaskâr geçmiş, Sümer topraklarını düşman istilasından kurtardıktan başka ana vatan hudutlarını Sirtella’dan Babil ve Ninova’ya kadar genişletmiş, Dicle-Fırat kıyılarında muhteş
Peyami Safa, edebiyat tarihimizde 1920’lerin sonundan vefat ettiği 1961’e kadar Türkiye’deki edebî kamuyu etkilemiş, bu edebî kamudaki önemli aktörlerden biri olmuştur. Bugün Ötüken Neşriyat’ın, onun Server Bedi, Safiye Peyman gibi çok bilinen takma isimle yazdığı telif ve tefrika eserlerinin yanı sıra Mi. Fa gibi yeni takma isimlerinin tespitiyle başka eserlerini de bir araya getirerek külliyatını tamamlama girişimi sayesinde daha yakından tanıdığımız, edebiyatının birçok farklı yönünü keşfettiğimiz bir ya
Bizim Mahalle 5 Kitap Set + Sorular ve Bilmeceler kitabı hediyeli.8 yaş üzeri içinBizim Mahalle 1 - Yarım ArtistArkadaşlar,Bizim Mahalle'ye mutlaka uğrayın. Mahallemizde sevdiklerimiz; büyüklerimiz, küçüklerimiz, bakkalımız, muhtarımız, dedemiz, Tayyare hanımteyzemizle Safiye hanımteyzemiz var. Hepsinden önemlisi dostluklarımız var.Bizim Mahalle'de yakın arkadaşım Hasan ve ben de varız. Benim adım Ali. Sizi uyarmam gereken hırçın kız Zeliş de mahallemizin kızı. Biraz aksidir, huysuzdur ama iyi yüreklidir. D
“İkinci Murad’ın vasiyetnamesi mucibince Fâtih’in tahta çıkar çıkmaz İstanbul meselesini ele aldığından bahsedilir. Fetih’le neticelenen ve İkinci Mehmed’e “Fâtih” ve “Ebu-l-Feth” unvanlarını kazandıran yedinci muhâsara Hicret’in 857 senesi 26 Rebi’ül-evvel ve “Julien” denilen eski Milâd takviminin 1453 senesi 6 Nisan Cuma gününden aynı Hicri ve Milâdî senelerin 20 Cumada-l-ula ve 29 Mayıs Salı sabahına kadar 53 gün sürüp 54’üncü günü erkenden şehir fethedilmiştir: Bugün kullanmakta olduğumuz “Gregorien” is
Genç Fatih, bir aralık gözlerini kapadı, bu uğultuyu dinledi. Bizans, 1125 yıldan beri Şarkî Roma’ya payitahtlık eden büyük şehir, sanki ev ev, köşe köşe, mahalle mahalle yıkılıyor, çöküyor, kayboluyordu. Kulaklara akseden uğultuda böyle derin ve umumî bir inhidamın iniltisi seziliyordu. Fatih, bu iniltiye dayanamamış gibi göründü. Yüzünü yanı başında duranlardan Zağanos Paşa’ya döndürdü: “Şehir,” dedi, “yıkılmasın, canım sıkılır.” O, imanlı bir sesle efendisini temin etmekte acele gösterdi: “Türkler, şehir
İnsanın sahip olduğu ışığı kim söndürebilir, hangi kuvvet onu yerle yeksan edebilir? Gece son karanlığı ile günün ilk ışıklarını selamladığında havadaki umut kokusunu kim yok edebilir? İnsanın, insanı sarhoş eyleyen güzelliği nasıl dile gelebilir? Bizler tüm bu sorulara cevap bulmaya çalışırken Hakan İlhan Kurt, Gökkandil isimli eseriyle bizleri selamlıyor. Şair, Gökkandil eseriyle zaman atlasına bir mürekkep daha akıtmakla beraber bizlere sevginin eşsiz lezzetini bir kez daha tattırıyor. Sayfaları aralarke
Türkistan’ın entelektüel tarihi ve reform hareketleri konusunda önemli araştırmalarıyla uluslararası bir otorite kabul edilen Ahmet Kanlıdere, yıllara yayılan çalışmalarını yeni ulaştığı sonuçlarla sentezleyerek İdil- Ural’ın dinî uyanış ve modernleşme tarihine dair kapsamlı bir monografiyle bilgilerimizi güncelliyor. Kitap, Tatar edebiyatının doğuşu ve Ceditçilikten halkçı ve sosyalist düşüncelerin yükselişine, dil ve kimlik meselelerinden kadın haklarına, Rusya Müslümanlarının siyasi faaliyetlerinden Osma
Tükendi
Dağıstan asıllı bir Türk olup ailesinin Türkiye’ye göç etmesiyle Tokat’ta doğan Fazlullah Rahimî, tasavvuf vadisinde at koşturan devrinin en önemli âlim ve mutasavvıflarından birisidir. Kendisi baştan ayağa Allah, Resûlullah aşkı ve Ehl-i Beyt sevgisiyle donanmış; Hazret-i Mevlânâ’nın en seçkin bendelerinden önemli bir zâttır. İlâhî aşkın evcinde kanat çırpan Hakk âşıklarının önde gidenlerinden birisidir. Gülzâr-ı Hakîkat (Hakîkatın Gül Bahçesi) onun en önemli eseri olup Mesnevî-i Şerif’te geçen hikâyeleri
Millî kültürümüzün şaheseri olan Dede Korkut Kitabı, 1811 yılında Dresden nüshası hakkında ilk yayımı yapan Heinrich Friedrich von Diez’i takiben iki asrı aşan araştırma ve neşir tarihi içerisinde yerli ve yabancı pek çok bilim adamının öznesi olmuş, bu yolla geniş bir külliyat oluşmuştur. Dede Korkut çalışmalarına en geniş yeri ayırmakla haklı bir gurur duyan Ötüken Neşriyat, kitaplığını özel bir toplamayla taçlandırarak bu asırlık faaliyetin Türk yayıncılığı içinde öncüsü olmayı millî bir görev bilinciyle
“Tüylüler Okulu mu? Hiç olur mu öyle şey?” diye kıkırdadığınızı duyar gibiyim. Olur  tabii!.. Bilge'nin aklına bir fikir geldi, arkadaşları ona eşlik etti. Hem biliyor musunuz, isterseniz siz de kendinize bir Tüylüler Okulu kurabilirsiniz.
Bir "Böö!" sesi bile bizi korkutabilir. Sadece korkutan bu mudur? Değil elbette! Zamanla birçok korku zihnimize kurulur. Peki onlardan kurtulmanın yolu yok mudur? Var elbette! Acaba bu nasıl olur? Bulut’la Robot Şahsuvar’ın maceralarından bir çare bulunur.
“Az gitmiş, uz gitmiş / Dere tepe düz gitmiş.” diye başlayan masallar dinleriz. Bizim Gezgin Mikrop da tam olarak böyle. Mikrop dedim diye aman korkmayın, bu birazcık farklı... “Nasıl olur?” derseniz cevabı masalımızda saklı.
Türk edebiyatında tarihî roman türünün en popüler ve saygın örneklerinin başında gelen Bozkurtlar, yazılmasının üzerinden üç çeyrek asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen yeni nesiller üzerinde de etkisini sürdürmeye devam ediyor. Romanın, Ateş - Çocuklar İçin dergisinde ilk tefrika edilmesiyle başlayan resimlendirme geleneğine çağdaş bir katkı olarak iki yıllık yoğun bir mesaiyle çizilen yepyeni resimlerle karşınıza çıkıyoruz. Üç boyutlu modellemeyle yapılan ve Bozkurtların Ölümü’nde yirmi iki, Bozkurtla
Tükendi
Stendhal’ın meşhur eseri Parma Manastırı, yaklaşık iki ayda yazılan bir roman olduğu hâlde Balzac’ın “Elli yıldan bu yana, yayımlanmış romanların en güzeli” sözleriyle övüp bir başyapıt saydığı, Tolstoy’un ise “Parma Manastırıolmasaydı, Savaş ve Barış’ı asla o hâliyle meydana getiremezdim. Stendhal bana savaşı anlamayı öğretti.” dediği mühim bir eserdir. Romanın ilk baskısı 1839’da yapılmış ve Türkçeye de birçok kez tercüme edilmiştir. Parma Manastırı, del Dongo ailesinin oğlu Fabrizio’nun hikayesini konu e
“Hayır hayâl ile yoktur benim alış verişim/İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim,” mısralarında billurlaşan hakikat taşıyıcısı bir şair olarak Mehmet Âkif Ersoy’un Safahatı Prof. Dr. Salim ÇONOĞLU tarafından uzun ve titiz bir çalışmanın neticesinde hazırlandı. Elinizdeki baskıda Safahat’ın Mehmet Âkif’in sağlığında yapılan son baskısı esas alınmıştır. Her metnin kitaba girmeden önce hangi süreli yayında ve ne zaman yayımlandığı dipnotlarda belirtilmiştir. Bugünün okuyucusuna yabancı sayılabilecek keli
Tükendi
Ali Şir Nevâyî; yaşadığı hayat, yazdığı eserlerin sayısı, bunların kültür tarihimizdeki yeri ve çeşitliliği, yetiştirdiği ve yetişmesine katkıda bulunduğu bilim ve sanat adamları, kurduğu yüzlerce hayır kurumu göz önüne alındığında yanına ikinci bir kişiyi koymakta zorlanacağımız önemli bir kişiliktir. Elinizde bulunan Nesâyimü’l-Mahabbe Min Şemâyimü’l-Fütüvve adlı eser, onun şeyhi ve dostu olan Molla Abdurrahman Camî’nin Farsça yazmış olduğu Nefehâtü’l-Üns Min Hadarâtü’l-Kuds adlı evliyalar tezkiresinin on
Dünya edebiyatına aşina olan tek bir kimse yok ki Werther adını duymamış olsun. Bu mustarip, heyecanlı ve kabına sığmayan âşık iki yüzyıldan fazla bir süredir hayatımızın tam ortasında kendisine bir yer edinmiş durumda. Öyle ki, artık Werther'den haberi olmayan birinin gerçekten âşık olduğuna inanmak çok zor. Goethe, Genç Werther'in Istırapları'nı yayınladıktan elli yıl sonra, bu eserin nasıl doğduğuna dair bir soruya şu cevabı verir: “Yaşadım, sevdim ve çok acı çektim! Hepsi bu.” Goethe'ye bunu söyleten ne
Felsefi danışmanlığın ve onun, “psikolojik danışmanlık” ve “psikoterapi”den ne denli farklılıkları bulunduğunun enine boyuna incelendiği, danışman-danışan ilişkilerinin Nermi Uygur örneğinde ele alındığı ve psikolojizme hiç sapmadan, felsefi danışmanlığı kendisi yapanın ne ya da neler olduğunun üzerinde durulduğu bu çalışmada İlker Altunbaşak, felsefi danışmanlıkla ilgili şunları söylüyor: Avrupa’da seksenli yılların başında, felsefeyi eskiden olduğu gibi, sıradan insanın yaşam dünyasıyla tekrar ilişkilendi
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 120-140 / Aktif Sayfa : 7