"Yabancı ne demektir bilmiyorsunuz daha galiba? Onu bana sorun da anlatayım size."
Yeryüzüne ceza çekmek için gönderildiğine inanılan insan, Tanrı'dan ayrı düştüğü yeni yoluna uzun bir
yürüyüşle başlar. Bu uzun yürüyüşte hiç şüphesiz insanın varoluşsal yoldaşı ise yabancılaşmadır. Öyle ki
insan ve yabancılaşma arasındaki bu kadim ilişkinin somut görünümleri, tarih boyunca edebî metinlere de
akseder. Peki, Dostoyevski'nin yapıtları yahut Dostoyevski'yi yabancılaşma olgusu ile yan yana
getirmemize imkân sağla
Afrika'nın Paylaşımı, pek çok yönüyle Batılı gözün Afrika'yı nasıl
ötekileştirip yoksullaştırdığının yanı sıra insan dışı olarak gördükleri kara
kıtayı nasıl bir vahşetin içine çektiğinin fotoğrafıdır açıkçası.
‘Muazzam, bilgece ve enfes'
Spectator
‘Pakenham, hikâyeyi hızını iyi ayarlayarak ve çekici bir okunurluk ile
anlatıyor... Bir tarihçinin eline bundan daha muhteşem bir konu geçemez
ve Pakenham bunun hakkını vermiş... Devasa bir boyutta, usta bir
sanatçının tüm renkleri ve hâkimiyeti ile tasavvur edil
Rus edebiyatı, Batı edebiyatlarıyla etkileşim sürecinde 19 Yüzyıldan
itibaren salt alıcı olmaktan çıkıp etkileyene de dönüşmüştür. Bu başarıyı
gösteren listede dünya klasikleri arasına girmiş onlarca yazar, eser, çok
sayıda eleştirmen ve bilim insanının adı kayıtlıdır. Söz konusu başarıyı
tetikleyen güç olarak edebiyat eleştirisi, edebiyat tarihi, edebiyat kuramı
alanlarında yapılan çalışmalar; çeviriler, periyodikler, yayıncıların çabaları
da kayda değerdir.
Rus Edebiyatının Mihenk Taşları'nda hedeflenen R
Romandan kısa oluşun ve kurmaca (yabancı dillerde fiktif) oluşu dışında,
ortak yönleri yok öykü, kısa öykü ve küçük öykünün. Öykü ya da eski
deyişle hikâye, belli biçim özellikleri gösterir. Bunlar, özetle önemli bir
başlangıç, olay zincirinde kendini belli eden bir doruk v kesin bir sondur.
Öykü, biçim özellikleri dışında içerikte, anlatı konumunda da bazı özellikler
gösterir. Öykü, Avrupa edebiyatlarında genel olarak 19 yüzyılda yaygın
türdü, 19 yüzyılda en kalıcı örneklerini verdi.
Bizim edebiyatımıza ge
Benim bu kitabın yüz elli oyununu günden güne sistematik olarak tekrarladığım mutlu zaman üç buçuk ay kadar devam etmişti. Sonra her oyunu yirmi veya otuz defa sonuna kadar oynamak, sürpriz olma ve tekrar oynama cazibesini kaybettiği ve önceki heyecan veren, aşka getiren gücü tükendiği için, tekrar hiçliğin önünde durmaya başlamış beklenmeyen bir şekilde çıkmaza girmiştim. Zorlukla ilk açılışı yapmış, akışı otomatik olarak dantel gibi işlemişim, sürpriz yok, heyecan yok, problem yoktu. Kendimi meşgul etmek
Mişka boş ve açlık kokan kulübeye girdi, şapkasını gözlerine çekerek kaşlarını çattı. Hemen de büyük ve gerçek bir erkeğe benzedi, büyükler gibi de yayıla yayıla oturdu.
? Anne, neden uzanıyorsun?
? Kendimi kötü hissediyorum, oğlum.
? Ben ekmek bulmak için Taşkent'e gitmek istiyorum.
? Orası neresi?
? Öyle bir şehir var, buradan iki bin verst uzaklıkta, ekmek orada bayağı ucuzmuş.
Mişka sakin ve kendinden emin bir sesle konuşuyordu, tıpkı yetişkin bir adam gibi. Annesi de ona şaşkın gözlerle bakıyordu
"Kurtuba'ya 20 km uzaklıktaki Almodavar Del Rio kasabasına gelince
cebimden Hashim Bey tarafından verilmiş adresi çıkarıp haritada
aratıyorum. Böyle bir yer bulunmayınca adresi daha dikkatli inceliyorum,
şöyle yazıyor: "filanca yoldaki filanca ev, numarası yok."... Arabayla birden
kentin haritada ismi geçen sokaklarından, caddelerinden, modernitenin
bütün "özdeşleşmelerinden" sıyrılıyoruz..."
(Hece Dergisi 268 Sayı-Hashim Cabrera Söyleşisi)
Söz, varlığı itibarıyla ne kadar soyutlaşabilse de yine bir sınırı
Uzun uzun gökdelen gökyüzünü silerken
Melek düşmüş içine hıçkırarak susamın
Kirâmen adasından rüzgâr kıran âyetken
El sahilde kaybolmuş hiç olmamış yaşamın
Kızıl Elma kipinde bahtı kara oğulmuş
Nur içinde uyurken kahpelikle barışmak
Fidelikte oynarken hep kuzeyden vurulmuş
Üç çocuğun düşünde Barbaros'a katılmak
Bu kitap uluslararası ve iç siyasetin temel meselelerinden biri olan ve sosyal bilimler açısından da en çok anlaşılması gereken konuların başında gelen göç konusunun, hemen hemen her kavramına değinerek, okuyucuyu geniş yelpazedeki analizleriyle derinden bilgilendirmektedir. Yazarlar kavram tanımlamalarını yaparken, yaşanmış örneklerden faydalanarak kavramları açıklamışlardır. Sadece üniversite öğrencileri ve akademisyenler için değil, sivil toplum kuruluşları ve siyasetçiler için de göç konusunda yol göste
"Annem, ben sekiz, teyzem on yaşındayken yalnız başımıza bizi sahilde bırakırdı. Anlatamam Lily,
nasıl büyülüydü. Kazdıkça kumda inciler bulacağıma inanır, çıka çıka elime gelen küçük, eciş bücüş bir
istiridye kabuğu da olsa, her seferinde daha büyük bir heyecan ve merakla ellerimle kuma saldırırdım.
Kumlar tırnaklarımın arasına dolar, bazen kendimden geçercesine kazdığım için narin parmaklarımın
derisini sıyırırlardı. O sıcaklık, kumların sıcaklığı, sarar sarmalardı beni."
Çocukça Bir Direniş Hâle Sert'in
Mitolojiye, onun dünyaya bakış açısına ve sembolik diline değindikten
sonra, Kur'an ve tefsirlerde mit kelimesinin kullanımına ve bu insani
kültürel oluşum karşısında Kur'an'ın kendi diliyle neler yazdığına
bakmalıyız.
Bu konu ile ilgili bütün ayetler incelendiğinde Kur'an-ı Kerim'in eski kutsal
mitleri araştıran mitoloji ilmiyle çatışma içinde olmadığı, aksine kutsal
zatlardan kıssa adı altında bahsettiği görülmektedir.
Bu çerçevede kıssaları inceleyip Kur'an kıssalarını dört büyük tefsir olan
"Tefsir-i Ta
"... O an güllerin, dalların ve serçelerin canlanıp beni ebedi kalacağım bir cennete götürmesini dilemiştim. Az evvel ardımdan gülen portakal ağaçlarının da orada olmasını. Orada yalnızca dalların, güllerin, küçük serçelerin ve mavi hurdanın olmasını dilemiştim. Onunla uçsuz bucaksız yeşilliklerde dolaştığımı, arabadan inip ırmak boylarında su içtiğimi ve sonra kahverengi bir atın uzaklardan çok ama çok uzaklardan yanıma kadar gelip, sıcak nefesini yüzüme verdiğini düşlemiştim."
Dünyaya olan aidiyetimizi d
Güzelim sen keşke bilmesen
Kaç kez dibe vurdum ben
En az iki, üçüncüden kılpayı
Kurtuldum bile diyemem
Unutmadım
İçimdeki siyah aynada patlayan
Gülümseyişindeki ışıltıyı
Şöyle bir kulup dünyanın kıyısına
Dışıma çekmeliyim siyahları, hani
Bir de mapushane çayı olsa yanında
Söyleyeceğim son sözlerimi usulca
Yatağa uzanmış ve annemi düşünüyorum. Gün geçmiyor ki onu ve ölümünü düşünmeyeyim. Sanki bir felaket iki ay önceydi. Bazen felaketin olmasını beklemek felaketten daha zordur. Kolumun üzerine uyuyorum ve yatak odasının köşesindeki vazoya bakıyorum. Vazonun içindeki yapraklar, üst üste sanki genişçe bir şemsiye olmuş. İsmi nedir bilmiyorum. Bitki isminde olan apartmanları hiçbir zaman aklımda tutamıyorum. Çiçek isimlerini de bilmiyorum. Mehtap'a bir demet çiçek alacağım zaman çiçekçiye çiçek ismi yerine her z
Goethe'nin 1795 yılında kaleme aldığı bu eseri tanıtmaya başlığının anlamından başlamalıyım. Yani burada yer alan "Auswanderer" (Göçmen) kelimesi, ülkesini terk etmek zorunda kalıp başka ülkeye sığınan, orada yaşamak zorunda olanları kastetmiyor, Almanya içinde kendi bölgesini terk edip yine Almanya'nın daha uygun, daha az tehlikeli bir bölgesine göç edenler anlamını taşıyor. Bu "göç"e zorlayan şey ise sınır bölgelerinin Fransızlar tarafından işgal edilmesidir. Göç, sınır bölgelerinden Frankfurt yöresinedir
Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin Günlük Duaları'nı içeren "Haftalık Evrâd" geniş bir kesim tarafından yüzyıllardır okuna gelmiştir. Günümüzde İbn Arabî'nin eserlerine büyük bir ilgi gözlemlenmektedir. İbn Arabî'nin bu "Haftalık Evrâd" kitabını da bu ilginin doğal bir sonucu olarak insanımıza sunuyoruz. Bu dualar, derin anlamları ve mahiyetleri nedeniyle, Sûfî geleneğinde, manevî hayatın gerçek anlamda uygulanmasına bir fırsat ve imkân sağlamaktadır. İbn Arabî'nin virdleri, gündüz ve gece duaları, daha ziyade yüks
Benlik, kişinin doğuştan getirdiği bir öz değil, bir imkandır. Bazen yitip gider gündelik meşgaleler arasında farkında bile olmadan, bazen böyle bir sorunun olduğu hatırlanmaz bile. Bazen ben'i olmak vebalı olmak gibi tehlikeli görülür, bazen üç beş kuruş kaybetmekten daha az dikkat çeker yitip gitmesi. Oysa benlik haline gelmek, varoluşun en yüce ereği (telos)'dir.
Kişi kendi benini varoluşun olasılıkları arasından seçer, özgür irade ve eylemleri ile kendi benliğini oluşturur. Varoluşun sürekliliği
Bugün Batı'daki eleştiri dünyasında öne çıkan kuramlardan birisidir postkolonyal edebiyat eleştirisi. Bu kuramın temel meselesi, kolonyal sürecin ve ilgili olguların izlerini edebi eserler üzerinden sürmek, dolayısıyla da kolonyal dönemin estetik atmosfere yansıyan şeceresini ortaya koymaktır.
Biz de çalışmamızda, postkolonyal edebiyat eleştirisinin verileri ışığında modern Türk edebiyatına yöneldik ve kolonyal süreçlerle ilgili olguların Türkiye'deki yansısını estetik düzlemde aradık. Bu bağlamda Abdülhak
Nicedir maval okunur yüzüne mavralar atılırMaya tutmaz kurduğun hiçbir yakınlıkEy girdisi toprak çıktısı kan olanFaraza yaşıyorsun.Ölsen şarklı bir el okşayacak milli dudaklarınıZahirende kan lekesi. şarabi yaşadın yarım yırtık bir hayatBir şarklınınki gibi mosmor dudakların.Nereye koşsan millenmekçin bekleyecek eksi ikide seniYanından geçerken ürktüğün bir morg.
Aliya İzzetbegoviç, gerçek anlamda bir halk adamıydı. Halkı, siyaset sahnesinde ona karşı ortaya çıkan rakiplere güvenmek yerine, İzzetbegoviç'e güvenmek gerektiğini hissediyordu. Halkın İzzetbegoviç'e verdiği güven, bir taraftan Bosna Hersek'in dış düşmanlarına karşı, diğer taraftan Bosna Hersek'in içinde savunma mücadelesi cephesinde, siyasi emelleri olan ve rakip olarak ortaya çıkan bazı kişiler için büyük engel teşkil etmekteydi. Aslında bunlar İzzetbegoviç'in kendisinden değil, halkın onun ahlaki ve di
Toplam 564 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 120-140 /
Aktif Sayfa : 7
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.