Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 60-80 / Aktif Sayfa : 4
Kur'an, nazil olduğu dönemde muhatap Arap toplumu tarafından anlaşılma sorunu yaşamamıştır. Ne zaman ki Kur'an'ın ahkamını çevreleyen zemin, zaman, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel yapı ve muhataplar değişmiş işte o zaman Kur'an'ın anlaşılma sorunu ortaya çıkmıştır. Bu sorun, Müslümanların, Kur'an metninde bulunan ahkamın kendileriyle ve 20. yüzyılda içinde bulundukları çağın sosyo-kültürel yapısıyla çağdaş olmadığının farkına varmalarıyla daha da belirgin hale gelmiştir. Bu sebeple, Kur'an ahkamının kendi dö
Bu çalışma Kur’an ilimleri geleneğinde yer alan rivayet ve dirayet açısından sorunlu nakil ve görüşleri ansiklopedik bir âlim olan Fadl Hasen Abbâs’ın gözüyle ele alıp tartışmaktadır. Kitapta pek çok can alıcı sorunun cevabı aranmıştır: Kur’an’ın indirilmesinden ne anlamalıyız? Kur’an kaç aşamada inmiştir? Anlam olarak indiği iddiası ne kadar ciddidir? Yedi harften ne anlamalıyız? Yedi harf uygulamasına niçin gerek duyulmuş ve ne zaman kaldırılmıştır? Yedi harften geriye kalan uygulamalar var mıdır? Yedi
Vahyin temel vurgusu Allah, âlem ve insan üzerinedir. Allah inancı, âlem ve insanın varlık nedeni ve onlara anlam veren mutlak varlıktır. Âlem ve insanın, Allah ile ilişkilerine göre bir yeri, anlamı ve değeri vardır. Vahye göre Allah, âlem ve insanın zorunlu bir kaynağı ve nedenidir. Allah, âlem ve insanın hedefini ve amacını belirler.
Kur’an ilimlerinin özeti olarak telif edilen bu mukaddime günümüz okurlarının ilgisini çekecek niteliklere sahiptir. Çünkü bu sahadaki klasik eserler, genel itibarıyla ancak uzmanlık alanı tefsir olan araştırmacılar ve akademisyenlerin okuyabilecekleri türden oldukça kapsamlı eserlerdir. İşte bu mukaddime tefsir okumak isteyen ama bu alanda teknik bir altyapıya sahip olmadığı için okuduğu eserden yeterince yararlanamayan okurlara yönelik bir tür kılavuz niteliğindedir. Ayrıca bu özelliği nedeniyle tefsir us
Nefsin bilgisine sahip olarak kendini geliştirme faaliyeti günümüz dünyasında toplumun yıkıcı ve dışlayıcı etkisi altında ezilen aydın için bireysel bir uğraş olup onu sıradanlaşmaktan ve anlaşılamamaktan kurtaracaktır. Toplumsal açıdan ise düşündüğü gibi eyleyemeyen, ikiyüzlü davranışların tehdidiyle karşı karşıya kalan sosyal insanın, yanlışa evet dememek adına yapmış olduğu bir çıkış yolu olarak ve bu soruna dair iç-dış tutarlılığı bozmadan, yanlışa düşmeden bir çözüm önerisi olarak sunulabilir. Bu merte
Siracettin Ali b. Osman el-Ôşi (ö. 575/1179) Kırgızistan’ın güneyinde bulunan Oş şehrinde doğmuştur. Oş’ta yaşadığı için Ôşi künyesini alan bu âlim, yaşadığı bölgenin meşhur bir hukukçusu ve önde gelen kelamcısı olmakla birlikte nazım edebiyatında da şöhret kazanmıştır. Ôşi’nin tahminen 569/1173 yılında yazdığı nazım halindeki “Emâli Kasidesi”, Mâturidi kelam düşüncesinin manzum şekilde dizgilendiği ilk eser olma özelliğini taşımakta ve kasidenin tamamı Mâturidi ekolünün temel görüşlerini içermektedir. Ôşi’
Bütün beşerî niteliklerden münezzeh olan Tanrı’nın aşkınlığını dile getiren dilin beşerî kusur ve sınırlılıkla muallel olması, Tanrı’nın tenzihi yönüne gölge düşürülmesine neden olmuştur. Ayrıca Tanrı’yı tanımlamaya çalışanların içinde bulundukları düşünce ve kültür ortamları; benimsedikleri teolojik sistemler ve inandıkları kutsal metinlerin antropomorfik pasajları, problemi daha da karmaşık hâle getirmiştir. Bu problemi çözme noktasında insanın sahip olduğu kültürel birikim, akıl ve tecrübe farklılığı Tan
Hz. Peygamber’in hadis ve sünnetini tespit etmek amacıyla telif edilen eserler, hicri ikinci asırda ilk örnekleri ortaya çıkmış ve üçüncü asırda da hadis edebiyatının en güzide örnekleri telif edilmiştir. Erken döneme ait hadis mecmuaları, alanın ilk örnekleri olması hasebiyle son derece kıymetlidir. Hicri ikinci asra ait olan İbâdî muhaddis Rebî’ b. Habîb’in (ö. 175/792) el-Câmiu’s-Sahîh adlı bu eseri, İbâdî mezhebine göre en muteber hadis kaynağıdır. Eser, İbâdîler nezdinde Kur’ân-ı Kerim’den sonra en sah
Allah’ın muttakiler için hidâyet kaynağı olarak gönderdiği son mesajı Kur’ân’ı, maksad-ı ilâhîye uygun şekilde anlama ve yorumlama çabası içerisindeki müfessirlerin farklı te’villerde bulunmalarına birçok faktör etki etmiştir. Bu faktörler hem Kur’ân naslarının ihtiva ettiği müteşâbih, müphem, müşkil, mücmel âyetler, çok anlamlı lafızlar gibi bizzat Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinden kaynaklanan faktörlerdir hem de yorumcunun bilgi birikimi, kültürü, yaşadığı sosyo-politik çevre, naslara yaklaşımda kullandığı de
İslam düşüncesi alanında kafa yoran araştırmacılar, bu düşüncenin bin yılı aşan müktesebatını günümüze taşıma ve yaşanan zamanın koşullarında anlamlı bir senteze evirme sorumluluğu taşımaktadırlar. Bu sorumluluğu yerine getirmeyi dert edinen genç araştırmacılara önemli görevler düşmektedir. Muş Alparslan Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nin genç araştırmacıları, bu heyecan ve sorumluluk duygusuyla ilki geçen yıl yayınlanan İslam Düşüncesi Araştırmaları serisine bu yıl da metodoloji ağırlıklı yazılarıyl
İslam dünyasının 13. yüzyıl ve sonrasında ilmî manada yeni bir döneme girdiği bilinmektedir. Bu yenilenme döneminde klasik dönemin birikimleri gözden geçirilmiştir. Aslında İslam düşünce geleneğindeki bu dönüşüm, İslami ilimlerin tümünde etkisini göstermiştir. Bu dönüşümün en güzel ifadesi medrese-tekke/alim-arîf bütünlüğü olarak dile getirilebilir. Bunun temsilcilerinden biri de Semerkand’da doğup Anadolu topraklarında vefat eden Alâeddin Ali es-Semerkandî’dir. O, Bahru’l-Ulûm adlı tefsiri ve kaleme alm
Kur’ân kıssaları geçmişten günümüze pek çok araştırmaya konu olmuştur. Bu bağlamda kıssaların eğitsel, pedogojik, sosyo-politik ve fıkhî boyutları ele alınmıştır. Yine kıssalar karakter eğitimi, din eğitimi, değerler eğitimi, iletişim kuram ve modelleri açısından da tahlil edilmeye çalışılmıştır. Söz konusu araştırmalar disiplinler arası bilimsel çalışmalar olması açısından önemlidir. Ancak Kur’ân kıssalarının temel maksat ve gayelerini anlamak için tarihî yaklaşım en önemli yöntem olarak gözükmektedir. Bur
Kur’an zâviyesinden hareketle kaleme aldığımız öykü, esasında din, gelenek ve sosyoloji arasına sıkışmış olan insanlığın en değerli parçasının hikâyesinden ibarettir. Eğer ki bu hikâyeyi hak, adalet, eşitlik ve sevgi-saygı ölçeğinde mutlu sonla bitirebilirsek, kazanan sadece kadınlar değil, onların dokunduğu her şey olacaktır. Mevcut durumu Yüce Allah’ın irade, ifade, bakış ve amacı sadedinde görebilme imkânına kavuşmamıza vesile olmaya yardım edecek olan bu zâviyenin, bize olguyu apaçık gösteren bir pencer
Saat için çok alâmet var da hep inanması Farz olur kübralarından dinle birkaç tanesi Evvela Mehdi gelir sonra Mesih Deccâl çıkar Sonra İsa-yı Mesih iner onu hem katleder Hem bizim Peygamber’in şer’i ile âmil olur Hem Hıristiyan dinine hem cizyeye karşı olur Tam yedi yıl bu Resul İslam’a hizmetçi olur İrtihal eyler o sonra Ravda’da medfun olur Hem de Ye’cûc ile Me’cûc gelir her şey yiyer Dâbbetü’l-arzda çıkar hem batıdan güneş doğar Batıdan güneş doğarken bil ki tevbe kapısı Kapanır olmaz kabul as
“Ey Muhammed! Allah’tan başka hak ilah olmadığını bil (47/19)” mealindeki ayetten anlaşılan ilahi emir, Hz. Peygamber’in ve onunla birlikte olan Müslümanların davetlerinin üstüne kurulduğu ilk gerçeği hatırlamaya bir çağrıdır. İslam tarihinin her döneminde bu ilahi emri en iyi şekilde yerine getirmek için mücadele eden pek çok âlim yetişmiştir. XIX. yüzyılda Siirt bölgesinde yaşayan Molla Halil de bunlardan biridir. Molla Halil, bu çağrıya uyduğunun bir göstergesi olarak, pek çok talebe yetiştirmenin yanı s
Dinle sen Müminlerin akidesini ey nuri can İtikad-ı ehl-i sünnet ve’l-cemaat derbeyan Sen furuz-ü ayniye hem müstehab adapları Hem yedi aza vazife hem de kalp dermanları Öğrenirsin bu kitapta sen hıfzet bunları Her felaketten seni mahfuz eder kalma geri.
Siirt, tarihi eski çağlara kadar giden bir şehir olmakla birlikte, asıl kimliğini Müslümanların yönetimine girdikten sonra bulan kentlerden biridir. Müslüman devletlerin neredeyse sırasıyla hepsinin yönetimine giren şehir, ilk dönemlerden başlayarak önemli bir ilim ve kültür şehri olmuştur. Şehrin merkez ve çevresinde kurulan medreseler asırlar boyunca varlığını sürdürerek günümüze kadar gelmiştir. Halkın ve kurucularının maddi ve manevi destekleriyle varlığını sürdüren bu medreselerden çok sayıda ilim adam
1826 yılında kabul edilen Asâkir-i Mansure-i Muhammediye Kanunnamesi sonrasında Osmanlı askerî yapılanmasında pek çok değişiklik meydana gelmiştir. Bu kanunnameye binaen askerin din eğitiminde kullanılması maksadıyla ilmihaller basılmış, din dersi vermesi için “Tabur İmamı” ve “Alay Müftüsü” kadrosu ihdas edilmiştir. Selçuklu’da “Müzekkir”lerin, 1826 öncesi Osmanlı Devleti’nde “Ordu Şeyhi”nin icra ettiği hizmetleri yerine getiren bu görevliler, özellikle I. Dünya Savaşı’nda büyük yararlıklar göstermişlerdir
İnsanların içinde yaşadığı toplumların, kendilerine göre aklı oluşturma metotları vardır. Bu metotlar, o toplumun aklını yani bilgi yapısını şekillendirir. Bu metotlar ya da vasıtalar bazı toplumlarda sadece duyular ve bu duyularla elde edilen bilgilerdir. Bazılarına göre bu vasıtalar duyular ve akıl, diğer bazılarına göre ise duyular ve aklın yanında nakil de bir kaynaktır. Hatta bazı alimler sezginin (keşf) bilgi kaynağı olduğunu kabul ederler. Duyular ve akıl üzerinde bazı bilim adamlarının bilgi kaynağı
Allame Tabatabaî, açık bir dil ve kolay üslupla Şia’nın bütün tarih, hikmet, irfan vb. boyutlarını bu özet kitapta açıklamışlardır. Bu kitabı mütalaa eden birisi, Şii düşünce temellerini iyice kavrayabilir ve kendi araştırma ve tahkiki yolundaki zorlukları aşabilmesi için bir takım anahtar niteliği taşıyan konuları elde edebilir. Bu nefis eser, Şia’nın manevî âleminden haberdar olmayan kişiler için kılavuz olup, bu emin kılavuza dayanarak yollarını kaybetmeyeceklerine ve hatta sağlam ipe sarılarak nih
Tükendi
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 60-80 / Aktif Sayfa : 4