Doğa benden çok şiir yazıyor
Kim okuyor
Kim duyuyor
Kim dinliyor
Örnek bir mısrası
Şimşek çakması
Yıldız kayması
Bulutlardan yağmur yağması
Ne şan şöhret
Ne unutulmak cabası
Bize bakan tarafı ile genelde talihsizliklerle dolu bir olayı inanın kaleme almak istemezdim. Ama hayat hikâyemin sıradan bir insanın başına gelenleri göstermesi ve bu tür şeyleri kendinden uzakta görmüş birisi olarak, yine kendimi böyle bir olayın içinde bulmamın sizleri de en az benim kadar şaşırtıp düşün-meye iteceğine inanıyorum.
İçimizde olan duygu kendimizi diğer insanlardan huy olarak daha iyi, talih olarak da daha şanslı saymamızdır. İyiliği kendimize kötülüğü ise başkalarına ya-kıştırmayı daha uyg
Aslında kutsal kitaplar arasında mükemmel bir ilişki vardır. Yazılış tarzı, ayetlerin birbirine olan paralelliği, geçmişte gerçekleşen olayların aktarımındaki anlatımla, gelecekte olacakların anlatımındaki uyuma kadar her şey mükemmedir. Gerçekten böyle bir uyum varken, yapılan tahrifatlar sonucu kutsal kitaplarda büyük çelişkiler oluşmuştur. Bu çalışma; bu ilişkiler ile çelişkileri ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Ancak şunu belirtmek isteriz ki, bu çalışmamızda neden sonuç ilişkilerine kapsamlı olarak gir
"Bir şarkıdır aslında gidenler, zihnimin düşündüğü, dilime gelen; ama söyleyemediğim, yüreğime binbir acı veren. Ben yüreğimdeki ve zihnimdeki tüm acıları dipsiz okyanuslara gizledim. O okyanusların anahtarıysa, sevginin, hüznün, sadakatin dilinden anlayanların bulabileceği bu satırlarda Babaların asaletini: Anhoid'e verdim. Onun gibi sevsinler, onun gibi sadık olsunlar, onun gibi mertçe ölsünler diye. Tüm annelerin güzelliğini fedakârlığını Saveçya'ya verdim. Onun gibi beklesin, onun gibi umut etsin, onun
Haydi çocuklar, bu masalları okuduktan sonra kağıdı kalemi elinize alıp, -bilgisayardan uzak- siz de uzaktaki bir arkadaşınıza masal, mektup yazmayı deneyin. Kalemin dostluğunu, kağıdın sıcaklığını hissedeceksiniz. Aynı zamanda yazmanın mutluluğunu yaşayacaksınız.
Dêrsîmde kırk gözeden fışkıran sütbeyaz kutsal Munzur Suyu gi- bi... Yüreğinin ta derinliklerinden kopup gelen duygu selini dizelerine aktaran bir şairdir Hüseyin Can. Yapmacıksız, sade ve samimi bir üslupla yazmış şiirlerini. Bir yaşamın değişik evrelerinde hep bir özlem var bu şiirlerde. Ülkesinden kopar ılmışlığın en büyük özlemidir bu.
Alplere bakarken Dêrsîme olan özlemini döker dizelerine. Munzur hep vardır, capcanlı akıyor sanki şiirlerinde.
Reşit Yaman
Hüseyin Can; yaşadığı toplumun değer yargıların
Allah; yarattığı dünya ve insanlar için çeşitli kurallar koymuştur. Dünya için koyduğu kurallara Tabiat Kanunu, insanlar için koyduğu kurallara Din, dinin kitabına da Kuran diyoruz.
Kuranda her şey açık ve anlaşılır ifadelerle anlatılmasına rağmen, uygulamalar çoğu zaman Kurana ters düşmektedir. Araştırıldığında görülüyor ki; bunun başlıca nedeni, Casiye suresinin 23. ayetindeki ifadedir.
Peki nedir bu Casiye-23? Ayet şu:
Kendi arzusunu, Tanrı edineni ve bilgisi olmasına rağmen, Allahın saptırıp kulağını ve
Anadoluda onlarca egemenliğin hüküm sürdüğü zamanların her birinde Toroslar, kendi makûs talihini yaşamıştır.
Geçit vermez zirveler, amansız kış aylarının tabî şartları, dar alanlarda küçük, ama kendi iç hegemonyasının kurallarını koyan isimli ya da isimsiz krallıkları oluşturmuştur.
Bu kitapta;
En büyük sorunu, ulaşım ve iletişim olan bu zirvelerde Andreas, Eshter ve kızı Lima ile; Mehmet ve Mustafa beylerin, Ayşe ve Aynur hanımın yaşamlarından kişisel tasvirler, aşk, çıkar ilişkileri, gerilim, acı ve bunl
Güzel ve akıcı kelimelerden oluşan cümleler, hayalî kurgular, ihtirastan ve kıskançlıktan yoksun betimlemeler, hak edilmese bile övünmeler, övgüler...
Bol kahkaha, gelip geçici şatafat ve bir o kadar da manevi zayiatın toplamının adına kimileri SEVGİ derken, kimileri daha ileri düzeyde soft bir yaklaşım tarzı ile arzuları doğrultusunda AŞK diyorlar.
Ölçü ve derece aletlerinin varlığı, keşke SEVGİ ve AŞKI da ölçebilse veya derecelendirebilseydi!.
Bu kitapta;
Gerçek aşkı, Adem ve Sevgi isimli kahramanlarla bi
Tel örgülerden içeri iki camız sürülmüştü. Ellerinde hiç bir kesici alet yoktu. Canlı canlı onlarla boğuşup öldürecekler ve yaşayabilmek için çiğ olarak yiyeceklerdi.
Ölüm; Dayanma gücü ile, kader çizgisi arasında bıçak sırtında bir yerde idi her zaman.
Savaş, esirlik, kaçış...
Korkusuzluk ona kendi yaşam alanında konumunu kendi tayin etme hakkını verdi.
Ölüm onun için bir hiçti!
O hep kazandı.
Çünkü;
O her doğanın mutlak sonunun ölüm olduğunu çok iyi biliyordu
Yar Nem tutmuş duvar gibi,
İçime atmışım derdi ben,
Ve denize kurulu iskele misali,
Suyla yaşamaya başlamışım ben.
Küf tutar, pas tutar kenetler üzerimi,
Deniz de dalgalar, karada rüzgâr vurur,
Yıllarca meydan okur bozar dengemi,
Bileylenmiş hançer gibi karşım da durur.
Memleket şiirleri yazdım,
Bana hep ayrılık düştü mısralarda...
Bir bardak su gibiydin,
Gözlerimden yüreğime inen...
Sen benim yüreğimde büyüttüğüm,
Fesleğen kokulu bir sevdasın.
Ellere ne ki?
Ben seni çok sevmişsem...
İki serçeydik aynı ormanda;
Kırdılar kanadımızı, uçamadık maviliğe...
Sen; elvedalara sığdıramadığım
Hüzün yanımsın.
Hep merhabalara
Tekrar tekrar aşık olduğum,
Hep hep yeni başladığımsın...
...Fikret, elektriğe çarpılmış gibi titriyordu. Onun titremesiyle elindeki kahve tepsisi titriyor, tepsinin içindeki fincanlar sallanıyordu. Sanki deprem oluyordu. Fikret titredikçe fincan ve tabaklar birbirine vuruyor, takır takır sesler odada çınlıyordu. İkisi de susmuş sadece kahve fincanlarıyla tabakları konuşuyordu. Adeta Fikretin içindeki depremi, iç dünyasındaki duygularının sallantısını yansıtıyordu fincanlarla tabaklar...
Bu kitap, 1950'li yılların o günün doğasıyla, insanıyla, yaşanmışlıklarıyla,
"Bir garip Anadolu uşağıyım; herşeyi biliyorum zanneden hiçbirşeyi doğru dürüst bilemeyen Anadolu uşağı. Sakal ve bıyıkları çıkmamasına rağmen çantasında traş malzemelerini taşıyan Anadolu uşağıyım.
Karadeniz'in hırçın dalgalarından, kuzeydoğudan daha doğuya giderken vatanım, toprağım, kardeşlerim ve bayrağımın evlatlarının yaşadığı doğu diyarları derken neler ile karşılaşacağını bilemeyen garip bir Anadolu uşağı, evladı."
Üniversite okumak amacıyla Van'a gelen Hakan için, bu şehir kişiliğinin olgunlaşmas
Yılmaz Biçer tiyatroya gönül vermiş emekli bir hakim.
Amacı tiyatroların tek tek kapanma sürecinin son bularak, yepyeni oyunlarla eski günlerine kavuşması, seyircileriyle buluşması.
Daha önce yazdığı; Güle Güle Sevgili ve Kıyıda isimli iki tiyatro oyunundan sonra, bu kez de çağdaş tiyatroların rahatlıkla sahneleyebileceği iki ortaoyunuyla okurlarının ve tiyatroseverlerin karşısına çıkıyor.
Ey sevgili! Beni diyardan diyara sürgün edersin/ Günahım ne ki bana
zulmedersin/ Nur tenine vuruldum da hala bana kedersin/ Leyla değilsen ne için
beni Mecnun edersin.
Ortada Leyla olamayan bir maşuk ve bu maşuka gönül verip Mecnun olan bir âşık
var.
Artık maşukun zulmünü, sürgününü, kederini; aşığın aşkını, sevgisini,
hasretini sana bırakıyorum sayın okur. Yoldan geçerken içine girmediğim halde
Hocamızın yaşamış olduğu aşkın içinde boğuldum. Sen çıkabiliyorsan çık.
Keyifli okumalar.
...Eski zamanlarda üç atlı bir çölden geçiyordu. Kurumuş bir nehir yatağından
geçerken, gaipten bir ses duydular, "Durunuz!" diyordu o ses. Hemen atlarını
durdurdular. Ses daha sonra atlarından inmelerini söyledi: "Yerden bir avuç
taş alarak ceplerinize doldurunuz ve yolunuza devam ediniz. Yarın güneş
doğduğunda hem memnun olacaksınız, hem de üzüleceksiniz."diye de sözlerine
ekledi. Atlılar denileni yapıp, yollarına devam ettiler. Ertesi sabah güneş
yükselirken ellerini ceplerine sokan üç atlı, harika bir o
Günümüzden çok sonralarda bir zaman...
İnsanoğlunun sayısız hatası nedeniyle ortaya çıkan çevre felaketleri sonucunda, dünya açık havada yaşanmaz hale gelmiştir ve insanlar bir nevi evlerinde hapis durumdadırlar.
Bunun yanısıra hakim olan yönetim de evlerin içini 24 saat kameralarla gözetlemektedir.
İnsanlar belli bir yaşa gelince öldürülüyor ve yakınlarına onların ölümünden elde ettikleri puanlar miras olarak kalıyor.
Bu koşullarda bir kadın çocuk sahibi olmak için neleri göze alabilir? Bu uğurda yaptı
Derman bey
Gerçek, hayatın içinden, yaşanmış bir olaydır. Karadeniz böl¬gesinde yaşanan olaylar, maddi, manevi, ahlaki ve toplumsal yö¬nü ile işlenerek, günümüz insanına bir nebze nasihat olur umu¬duyla kaleme alınmıştır.
Kitap; temelde, maneviyatın insanoğlu üzerinde yarattığı etkiyi ortaya koymakla birlikte, kazanmadan yiyenlerin hüsranı, mal ve şöhret hırsının neler yaptırabildiği, ihanet edenin ise mutlaka ihanet gördüğü gerçeğinin de açık bir belgesidir.
Sağlıklı bireylerden oluşan toplumların, ülkelerini gelecek kuşaklara bırakırken gözü arkada kalmaz. Bu toplumlar aynı zamanda değerbilir toplumlardır.
İnsanlığa önemli hizmetleriyle bilinen kişiler saygıyla anılır; isimleri caddelere, parklara, meydanlara konularak ölümsüz kılınırlar.
Sağlıksız yetişmiş insanlar doğayı yağmalar. Gelecek kuşaklar umurlarında olmaz onların. Böylesi insanlardan oluşan toplumların da; dünyanın oksijen çadırı sayılan ormanlar yok oluyormuş; karadelikler büyüyormuş; buzlar eriyo
Toplam 170 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 60-80 /
Aktif Sayfa : 4
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.