İstemem aslında bu hayatı
Lakin içimdeki canavarla
Bitmiyor savaşım
Kuruluyor hayalimde esnek çadırlar
İçinde berrak çadır neslihanları
Çözemedim seslerindeki cihanları
Gözleri birer hayat
Oku oku bitmiyor satırları
BAŞ DÖNMESİ
Çığlığı yansıtmayan tek bir dize var mıdır?*
Ve biz bulutlara gömdük çocuklarımızı
Ve biz çocuklarımızın kirpiklerine astık babalarını
Ve biz öldürenden hayatımızı bağışlamasını bekledik
Ve biz katilimizle geleceğe şarkılar söyledik
Ve biz yoksulluğun acısından sessizce uzaklaştık
Ve biz kadınlarımızı arzularından tavanlara astık
Var mıdır gerçekten tek bir dize
İnsanın haysiyetinden doğmamış olsun...
*Aragon
Mevsimlerden sonbahar, aylardan Eylül
Ortalıklarda görünmez oldu Bülbül
En sevdiğim çiçek Lale ile Sümbül
Unuttuğumu sanmayın baş tacıdır Gül
Düşünceleri sıralarken araya koy Virgül
Aşkın, sevginin, inancın sembolüdür tabi ki Gül
Şifa için, dertlerin için, sıkıntıların için hep Gül
Ev mahremiyeti için en iyi örtüdür perde ile Tül
Ateş söndükten sonra geriye kalır Kül
Olmazmış Günahsız kul ile dikensiz Gül
Rabbin huzurunda yükselmek için biraz Bükül
Günahlarından yavaş yavaş bu şekilde Dökül
Tek dileğimdir d
Ey gönül yürüyorsun nereye?
Aşkın beni kavuracağı yere.
Aşkın seni nerede kavuracağını bilir misin?
Bu yolda bilmek şart mı, aramak yetmez mi?
İnsan bilmediği şeyi nasıl arar?
Kalp akıl gibi değildir ki bildiğini değil hissettiğini arar...
23.18/14.11.2019
Rübab-ı Şikeste, "Karilerime" başlıklı manzum bir önsözle başlar. Şiirlerini okuyucularına ithaf
ettiğini söylediği bu şiirde Fikret, okuyucudan iki şey ister: Gözyaşı ve samimiyet...
Rübab-ı Şikeste'nin ilk baskısı 1900 yılında yapılmış, çok kısa sürede bitmesi üzerine aynı yıl
ikinci baskısı neşredilmiştir. Uzun bir aradan sonra, o zamana kadar Fikret'in yazdığı bazı şiirler
de ilave edilerek 1910 yılında üçüncü baskı yapılmıştır.
1911 baskısına ise üçüncü baskıda olmayan üç şiir daha ilave e
« İnsanı insan eden duyguların sırtta bir kambur misali taşınan yük olarak görüldüğü, tamamen tüketime ve ‘sıradaki'ne dayalı şu dijital çağda şiirin, bizi bize hatırlatmak adına büyük bir sorumluluk üstlendiğini hep düşünmüşümdür. Ancak bu sorumluluğu günümüzde kimin devralacağına dair endişelerim hep baki kalmıştır.
İşte bu noktada Özgür Kınay'ın kalemi ile tanışmam, bu anlamda edebiyat ile ilişkisini masum ve kıymetli tutmayı başarmış herkes gibi benim de yüreğime su serpiyor. Olan bitene genel geçer bir
Kitap Açıklaması
"Şiir ne demek bilmiyorum. Hava gölgede 45 derece, sokaklar sıcakta kavrulmuş çiş kokuyor, bir allahım bile yok ve böyle müthiş kuş sesleri duymamıştım hiç. Gece yarısı uyandım, ışığı açmadım. Karanlıkta okunaklı yazmaya çalıştım. Yatakta doğrulmuş ‘Geriye yalnızca şiir kaldı birlikte direnecek.' diye düşünüyor, buna inanıyordum. Gece susmuş, karanlıkta her şey kaskatı sabitlen- mişti. Yazdıklarım üst üste binmiş. ‘Eski sözcüklere yeni anlamlar vermeliyiz.' Bu okunuyor yal- nızca."
"Peker için şairlik, tam bu nedenle bütün yaşamın parçalanmış hallerini, renk tonlarını yaşantılayabilmesi demek, imgede yaşanılır kılabilme, bunun için de şiirsel bir estetikle duyumsayabilme yeteneğidir. Şairlik her durumda yüceltilir, şair oluşun özellikleri abartılır. Kendisini en geniş anlamıyla şair olarak tasarlamış, bundan uzak düştüğünde hayıflanarak yeniden o tasarıma dönmüş bir şairdir Peker.... Saf duyunun insanıdır şair...Parçaları bütünlemeye çalışır... Şaire 'ergen şiir' in en uzun ömürlü şai
bilmezsin.
bir kirpik ucu bakış
bir büyük azmettiriş
bir tövbe beklentisi
çırılçıplak bir dünya
bir dünya çırılçıplak
bir dünya
kan kokuyor.
bilmezsin.
bir ney taksimi döner
nevi kendine mahsus
nevi kendinden menkul
nevi pek nevizâde
bir alkol akşamüstü
çırılçıplak bir dünya
dünya çok çırılçıplak
dünya
isyan kokuyor.
"Ertesi sabah, popomun arkasında bir kaşıntıyla uyandım. Dokunduğumda, kuyruk sokumumun başladığı yerde hafif bir çıkıntı geldi elime. Çıkıntıdan aşağıya doğru, ince uzun tüylü bir kuyruk sarkıyordu. Sıçrayarak dört ayak üzerine doğruldum.
Göğüslerim kaval kemiğime uzanıyordu. Vücudumun her yeri tüyle kaplanmış, benek benekti. Ellerim ve ayaklarımda siyah toynaklar, üzerlerinde aylardır silmediğim aşınmış kırmızı ojeler. Başucumdaki kaleme uzanıp dişlerimin arasına soktum. Cep telefonumu açıp annemi aradım
Türk insanı olarak çok üstün hasletlerimizin yanında çok önemli eksikliklerimiz de olmuştur. Bu eksikliklerimizin başında Türk Dili'ni koruyup, geliştirip yarınlara taşıyamamak ve o kadar çok tarihi olay yaratmamıza rağmen tarihimizi yazamamak. Selçuklular döneminde eğitim öğretim dilinin Farsça olması ile başlayan dil kaybımız Cumhuriyet dönemine kadar sürmüştür. Yüzyıllar boyu egemenliğimiz altında yaşayan hiçbir ülkeye kendi dilimizi öğretememişiz. Bin iki yüz yıl boyunca Türk coğrafyasında bizim hakimiy
Papatya söyledi:
Aşktan bezdi Venedik
Ağlatıp ağlatıp susturmayanlarından
Sevdirip sevdirip kavuşturmayanlarından
İnadından başka yola saptıranlarından
Zamanını kaçıranların feryat figanlarından
Fallarını açtım gondolların
Kara sevda çıktı bahtıma
Tutmadı falı bendeki aşkın
İsyanım sanadır ey deli gönül!
Değer miydi bunca derde, kedere
Yol onundur yol ver çekip gidene.
Unut aşkı, sevdayı, VAZGEÇ GÖNLÜM!
Dereler nehirler gibi coş sen de.
Öt bülbül gibi hoş bir seda ile.
Ne gülü sev ne dikene katlan.
Kaşlarını çatmaktan, VAZGEÇ GÖNLÜM!
Yer edinme kendine hiçbir yurdu.
Bil ki geçti artık senden sevdalar.
Ne bir merhem ol, ne de bir can suyu.
Sen bu vefasız yardan, VAZGEÇ GÖNLÜM!
Alma eline sazımın mızrabını.
Bir daha çalma o deli türküyü.
Yokuşlarda koşturma kıratımı.
Bana umu
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.