Çatışmadan bahsetmek için en az bir taraf
Ve karşı taraf –bu bir doğa olayı olabilir
Ve haklı sebep
Haklı bir sebep bir şekilde –ne şekilde olursa
Ölüm korkusuyla bağlı diyorum, bağlıdır
Güneşe sunduğum kamburum
Kahvaltıdan kalma dört zeytin çekirdeği
Açmadan taşıdığım kapılar
Sormadan savdığım
Baştan güzel düşündüm onu, güzeldir
...
kişisel tarihinin diyor
asılsız bomba ihbarlarında
kurban olduğun çok da
katil olduğun kim
bir soğuma değilse bu
taraf seçme hali
usulca öp diyor musa
en mahrem yerini
öpsene
yıkasana
gömsene kendi kendini
Aylin Radomisli Cates, 19 Ocak 1995 Perşembe günü, evinin bahçesinde, o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından, kendi arabasının altında ölü bulundu. Üstünde ve etrafta nasıl öldüğüne dair hiçbir iz yoktu. Bir hırsızın saldırısına uğramış değildi. Bir katille boğuşmamıştı. Elbisesi yırtılmamış, tırnakları kırılmamıştı. Çorapları bile kaçmamıştı. Kaptıkaçtı tipi arabası, parke taşı döşeli dümdüz avluda, aklın alamayacağı bir nedenle kayarak, dört parmak yüksekliğindeki seti atlamış, meyil aşağı
Eda İşler, öykülerinde, yemek masalarında ekmek kırıntıları gibi biriken sessizliklerden, hiçbir renge bürünmeden gelip geçen günlerden, mecburi mesailerde ufalanan saatlerden, kalabalıkların bir kenarında derinden derine büyüyen öfkelerden, bir başkasına aitmişçesine yabancılanan çocukluk resimlerinden kalan tortulara dokunuyor. Kayıp bir kolun ağrılı boşluğundan, ömrün her anını kırılganlıkla işaretleyen bir kamburun ağırlığından ya da dile gelmeyen korkulu arzulardan damıtılmış anların toplamı, kılı kırk
“Seni bağışladım. Artık sen de benim gibi yalnızsın. Seni affettim. Artık ben de senin gibi yalnızım.” Aynı düşüncelerle aynı yöne bakıp aynı şeyleri hissederken bile yalnızlığın ağırlığından kurtulamayan Kenan ve Füsun, geçmişin kırıklarını onarıp hayatın çatlaklarını kırılgan bir inançla doldurmaya çalışırken birbirinde teselli bulamamanın çaresizliğiyle yüzleşiyor. Berikinin hikâyesinden sızan acı ötekinin ayağına dolanıyor; ötekinin ruhunu kemiren hasret berikinin kanadını kırıyor. Sevmek yetmiyor; koca
Bir kaçağın bir adaya çıkışı... Adadaki insanları gözetlemesi... Gizemli bir kadın... Adada meydana gelen gerçeküstü olaylar... Adolfo Bioy Casares, Morel’in Buluşu’nda bizi gerçeküstüyle gerçeklik arasında gidip gelen bir hikâyenin içine sürükleyerek her an yeni ihtimallerin doğduğu bir evrenin kapılarını aralıyor. Arjantin edebiyatının en önemli temsilcilerinden Casares’in bu başyapıtı, fantastik edebiyata katkısıyla birçok tanınmış yazar ve eleştirmenin övgüsünü kazandı. Jorge Luis Borges, onun için “Kus
Dünyanın dört bir yanında masallar üzerine konferanslar veren edebiyatçı ve öykü anlatıcısı Gillian Perholt’un yolu günün birinde İstanbul’a düşer. Kapalıçarşı’yı ziyaret eden Perholt, buradaki dükkânlardan birinden toz içinde kalmış, eski püskü bir çeşmibülbül satın alır. Ancak cam küre koleksiyonuna nadide bir parça kattığını düşünürken, kendini masalla gerçeğin iç içe geçtiği büyülü bir maceranın başrolünde bulur. Booker Ödüllü İngiliz şair ve romancı A.S. Byatt, dört hikâye ve bir novelladan oluşan bu s
Roman, öykü ve oyun yazarı Nikolay Semyonoviç Leskov (1831-1895), on dokuzuncu yüzyıl Rus edebiyatı geleneğinde bir bomba etkisi yaratmıştır. Gerçekçi geleneğe karşı olmasa da mitsel, ayrıksı bir Rusya'dır onun resmettiği; askerlerin, rahiplerin, serflerin, prenslerin, çılgın Tatarların ve Çingenelerin cirit attığı, büyülü, düşsel, kabına sığmaz bir dünyadır.
Sözlü anlatım geleneğine dayanan, meselsi, alegorik, sembolik ve çok-katmanlı örneklerden oluşan Büyülü Gezgin, Leskov'un olağanüstü imgelemiyle ilk
Büyük aşklar yolculuklarla başlar
Gidelim istersen suyun
Söğüt dallarını serinlettiği
Irmağın sesine aldanarak
Bir aldanma değil midir
Öncesi unutulan şeyler gibi
Aşklar ve yolculuklar da
Belki anlatır anlatacağı
Bir şey varsa bekleyen
Eprimiş olsa da sözler
Uzun yıllar en zorlu günlerinde yakın dostu, çalışma arkadaşı, sırdaşı olan Nihat Behram´ın cezaevi koğuşlarından devlet kokteyllerine, mahkeme kapılarından uluslararası davetlere, politik platformlardan kabadayılar âlemine; Türkiye´den isviçre´ye, Hindistan´dan Fransa´ya her biri belgelere dayanan, yakın arkadaşlık, politika ve iş ilişkilerinde derinleşen roman tadında anıları...
Cezaevinden yazılmış mektuplar, gizli haberleşmeler; öncesi ve sonrasıyla firarın öyküsü; ölümünden birkaç ay önce birlikte git
"Sabahattin Ali Türk edebiyatının ilk devrimci-gerçekçi hikâyecisi ve romancısıdır. Türk edebiyatında Sabahattin'den çok önce natüralist, hatta eleştirel gerçekçi hikâyeciler ve romancılar vardır. Bunlar üzerinde özellikle Fransız natüralizminin ve gerçekçiliğinin etkileri görülür. Ama eleştirel gerçekçilikle sosyalist gerçekliğin aşaması olan reformist, halkçı gerçekçiliğin Türkiye'de ilk hikâyeci ve romancısı Sabahattin'dir."
(Nâzım Hikmet, 1955)
"Sabahattin Ali'nin hikâyelerinin genellikle klasik de
Büyük eserler yaratmış olanların ve uzaktan küçücük gözüken dünyalarında derin sarsıntılar yaşayan sıradan kadınların aşkları ve acıları var bu kitapta.
Bu kitabı okuduğunuzda sadece sanat ve bilim dünyasının görünmeyen yüzünü değil, kendinizden bile sakladığınız duyguları bulacaksınız.
Beethoven tek bir kadını çok sevdi hayatında. Ona mektuplar yazdı, onun için besteler yaptı. Adını hiç kimseye söylemedi. Kimse bilmedi onun sevdiği kadının adını.
Juan Ramon Jimenez, karısı Zenobia'ya âşıktı. Ka
Aldatanlar aldatmakla yetinmezler; onlar, ihanete uğrayandan bunun için üzülmemesini, kahırlanmamasını, dertlenmemesini, sevdiğinin bir başkasıyla yaşadığı hazzın üstüne kendi acılarının gölgesinin vurmasına izin vermemesini de isteyecek kadar bencilleşirler. İhanetin yarattığı ve hem aldatanın hem aldatılanın hayatına yayılan kederli gölgeyi, isterler ki aldatılan temizlesin, aldatanı vicdan azabından, suçluluktan, bir başkasını haksız yere üzmüş olmanın utancından kurtarsın; bunu elde edebilmek için aldat
“Geçmişinde çok uzun yıllar yalnızca ‘gerçekçi’ olmuş, romantizmi neredeyse hiç yaşamamış Türk romanı, modernist/postmodernist biçimcilikte ilk kez ‘romantizm’le tanışmaktadır ve bu bana göre estetik düzlemde gerçekleşen bir devrimdir ve her devrim gibi de heyecan vericidir.” Yıldız Ecevit bu kitabında uzun yıllar bir tek “gerçekçi” biçim öğeleriyle üretmiş, yalnızca içerik/konu alanında yaratıcı olabilmiş ve çoğu zaman da okurunu gerek siyasal gerekse etik düzlemde yönlendirmeyi kendine amaç edinmiş Türk e
"Bir kadının aşkı uğruna, istikbalimi, hayatımı, inançlarımı bir kenara koydum ve bir kez bile pişmanlık duymadım bundan. Bu utanç, bu aşk ve bu inatçı halimle bu çöldeyim ben de. Ariflerden biri, ‘İnsan eksik doğar, eksilerek büyür, ölünce tamamlanır,' derdi. Eksik doğdum, eksilerek büyüdüm, âşık olunca tamamlandım. Şu dünyada yaşanan onca kötülüğe rağmen cennetim, ilk zamanlar tenburum, sözüm ve sonra da sevdiğim kadın oldu.
Tenburumun telini sevdiğim kadının sesiyle buluşturan Tanrı'ya şükürler olsun. Y
"Handan orada bütün kadınların özeti gibi oturuyordu, daha doğrusu ben onun üzerinden oluşturduğum imgeye kadınlarda aradığım ne varsa yüklemiştim."
Brüksel bitpazarında bir tezgâhta, üzerinde saksı izi olan, cilasız, eski bir sehpa. Gazeteci Murat Bora'nın hayatı, satın aldığı bu mobilyanın Abülhamit'in yaptığı bir tıraş sehpası olduğunu öğrenmesiyle değişir. Vaktiyle Pera'da müzayedeye çıkmış bu kıymetli eser nasıl olup da Brüksel'e gelmiş, bitpazarına düşmüştür? Sehpanın hikâyesini araştırmaya başlaya
19 yüzyıl İngiliz yazınının en ayrıksı yazarı Thomas de Quincey’nin İngiliz toplumunu
kasıp kavuran “usta işi” cinayetlerden yola çıkarak kaleme aldığı üç parçadan oluşan
Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet, yazın tarihinin kuşkusuz en ilginç
metinlerindendir. Bu yazıları müstesna kılan özelliklerden biri, Quincey’nin olaylara tüm
tarafların gözünden bakabilmesidir. Sürekli kimlik değiştiren yazar, kimi kez katilin, kimi
kez kurbanın, kimi kez cinayetten kıl payı kurtulanın, kimi kez de bir dedekt
Öznur Yalgın Ağırküre'de merkezini yaratmadığı, kendi çeperinde kalmayı arzulayan öykü kişilerini ellerine ayna tutuşturup küçük harflerle konuştururken diyaloğun akmasını; kadraja, konuşanların dudakları ve izleyenlerin huzursuzluğunun karışmasını istiyor. Yanlış telaffuz bilinçdışı bir şakıma çünkü. Ani fren, imdatsız bir düşüş ve önemsiz görülen yara kabuğuna terk edilmiş bir başka gezegen.
Sadeliği ilk çekmecede tutan Öznur Yalgın, öykülerindeki boşluklar ve zaman yarılmalarıyla katettiği soğuk
Bazen geçmişte, bazen gelecekte kaybolmak istiyorum.
Hayatı, son bir beş dakika gibi, her bir dakikanın kıymetini bilerek yaşamak istediğimizde, saklamaya çalıştığımız, bastırdığımız bütün duygular ayaklanır. "Geniş zamanlarda" gizli yerlere kapatılmaya razı olsalar da, duygular bu kadar "dar ve kıymetli" bir zamanda yaşanmak, hissedilmek isterler. Hayatı o son beş dakika gibi yaşadığımızda, hayatın "son beş dakika" olduğuna karar verdiğimizde anlarız aslında kiminle olmak istediğimizi. Gerçek duygularımız
1968'ler. Yazılı tarihin en barbar asrının en umutlu, en ışıklı, en cesur günleriydi. Coşkun bir devrimci dalganın bütün dünyayı sarstığı, onlarca ülkede milyonlarca insanın ayağa kalkarak, "Gerçekçi ol, imkânsızı iste," diye haykırdığı günlerdi...
Böyle bir dünyada, Denizler de özgürlük bayrağını Türkiye'de yükseklere taşıdılar. ABD'ye, NATO'ya, yurtlarını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekmek isteyenlere en iyi cevabı eylemleriyle, yürüyüşleriyle, cesaretleriyle verdiler.
Ve egemenler, bu özgürlük ka
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.