Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 40-60 / Aktif Sayfa : 3
Allah’ın muttakiler için hidâyet kaynağı olarak gönderdiği son mesajı Kur’ân’ı, maksad-ı ilâhîye uygun şekilde anlama ve yorumlama çabası içerisindeki müfessirlerin farklı te’villerde bulunmalarına birçok faktör etki etmiştir. Bu faktörler hem Kur’ân naslarının ihtiva ettiği müteşâbih, müphem, müşkil, mücmel âyetler, çok anlamlı lafızlar gibi bizzat Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinden kaynaklanan faktörlerdir hem de yorumcunun bilgi birikimi, kültürü, yaşadığı sosyo-politik çevre, naslara yaklaşımda kullandığı de
Her insan akıllı yaratılmıştır. Dolayısı ile insan doğuştan mantıklı düşünür ve hareket eder. Akıl ilkelerine uygun olmayan birbiri ile çelişen söz ve düşünceleri benimsemez, onlardan uzak durur. Mantığın amacı ve konusu da gerek gündelik hayatta gerekse bilimde insanları hataya düşmekten korumak ve bildiklerinden hareketle yeni bilgilere ulaştırmaktır. Mantık bilimi bilimlere giriş kabul edilir ve bilim öğrenmede vasıta olarak kullanılır. Bu yüzden mantık sistemleştirildiği tarihten günümüze temel bilim
İslâm âlimleri, gerçek peygamberle sahtesini ayırt edebilecek bazı usuller ortaya koymuşlar; kelâm ve felsefe başta olmak üzere hadis ve tasavvuf gibi diğer disiplinler de bu konuda bazı metotlar geliştirmişlerdir. Bunların en önemlisi de mucize faktörüdür. Bu çalışmada nübüvvetin ispat edilmesi açısından mucizeler, daha özel anlamda hissî mucizeler değerlendirilmiştir.
Vahyin temel vurgusu Allah, âlem ve insan üzerinedir. Allah inancı, âlem ve insanın varlık nedeni ve onlara anlam veren mutlak varlıktır. Âlem ve insanın, Allah ile ilişkilerine göre bir yeri, anlamı ve değeri vardır. Vahye göre Allah, âlem ve insanın zorunlu bir kaynağı ve nedenidir. Allah, âlem ve insanın hedefini ve amacını belirler.
Kur’an ilimlerinin özeti olarak telif edilen bu mukaddime günümüz okurlarının ilgisini çekecek niteliklere sahiptir. Çünkü bu sahadaki klasik eserler, genel itibarıyla ancak uzmanlık alanı tefsir olan araştırmacılar ve akademisyenlerin okuyabilecekleri türden oldukça kapsamlı eserlerdir. İşte bu mukaddime tefsir okumak isteyen ama bu alanda teknik bir altyapıya sahip olmadığı için okuduğu eserden yeterince yararlanamayan okurlara yönelik bir tür kılavuz niteliğindedir. Ayrıca bu özelliği nedeniyle tefsir us
Nefsin bilgisine sahip olarak kendini geliştirme faaliyeti günümüz dünyasında toplumun yıkıcı ve dışlayıcı etkisi altında ezilen aydın için bireysel bir uğraş olup onu sıradanlaşmaktan ve anlaşılamamaktan kurtaracaktır. Toplumsal açıdan ise düşündüğü gibi eyleyemeyen, ikiyüzlü davranışların tehdidiyle karşı karşıya kalan sosyal insanın, yanlışa evet dememek adına yapmış olduğu bir çıkış yolu olarak ve bu soruna dair iç-dış tutarlılığı bozmadan, yanlışa düşmeden bir çözüm önerisi olarak sunulabilir. Bu merte
Siracettin Ali b. Osman el-Ôşi (ö. 575/1179) Kırgızistan’ın güneyinde bulunan Oş şehrinde doğmuştur. Oş’ta yaşadığı için Ôşi künyesini alan bu âlim, yaşadığı bölgenin meşhur bir hukukçusu ve önde gelen kelamcısı olmakla birlikte nazım edebiyatında da şöhret kazanmıştır. Ôşi’nin tahminen 569/1173 yılında yazdığı nazım halindeki “Emâli Kasidesi”, Mâturidi kelam düşüncesinin manzum şekilde dizgilendiği ilk eser olma özelliğini taşımakta ve kasidenin tamamı Mâturidi ekolünün temel görüşlerini içermektedir. Ôşi’
Bütün beşerî niteliklerden münezzeh olan Tanrı’nın aşkınlığını dile getiren dilin beşerî kusur ve sınırlılıkla muallel olması, Tanrı’nın tenzihi yönüne gölge düşürülmesine neden olmuştur. Ayrıca Tanrı’yı tanımlamaya çalışanların içinde bulundukları düşünce ve kültür ortamları; benimsedikleri teolojik sistemler ve inandıkları kutsal metinlerin antropomorfik pasajları, problemi daha da karmaşık hâle getirmiştir. Bu problemi çözme noktasında insanın sahip olduğu kültürel birikim, akıl ve tecrübe farklılığı Tan
Hz. Peygamber’in hadis ve sünnetini tespit etmek amacıyla telif edilen eserler, hicri ikinci asırda ilk örnekleri ortaya çıkmış ve üçüncü asırda da hadis edebiyatının en güzide örnekleri telif edilmiştir. Erken döneme ait hadis mecmuaları, alanın ilk örnekleri olması hasebiyle son derece kıymetlidir. Hicri ikinci asra ait olan İbâdî muhaddis Rebî’ b. Habîb’in (ö. 175/792) el-Câmiu’s-Sahîh adlı bu eseri, İbâdî mezhebine göre en muteber hadis kaynağıdır. Eser, İbâdîler nezdinde Kur’ân-ı Kerim’den sonra en sah
İslam düşüncesi alanında kafa yoran araştırmacılar, bu düşüncenin bin yılı aşan müktesebatını günümüze taşıma ve yaşanan zamanın koşullarında anlamlı bir senteze evirme sorumluluğu taşımaktadırlar. Bu sorumluluğu yerine getirmeyi dert edinen genç araştırmacılara önemli görevler düşmektedir. Muş Alparslan Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nin genç araştırmacıları, bu heyecan ve sorumluluk duygusuyla ilki geçen yıl yayınlanan İslam Düşüncesi Araştırmaları serisine bu yıl da metodoloji ağırlıklı yazılarıyl
İslam dünyasının 13. yüzyıl ve sonrasında ilmî manada yeni bir döneme girdiği bilinmektedir. Bu yenilenme döneminde klasik dönemin birikimleri gözden geçirilmiştir. Aslında İslam düşünce geleneğindeki bu dönüşüm, İslami ilimlerin tümünde etkisini göstermiştir. Bu dönüşümün en güzel ifadesi medrese-tekke/alim-arîf bütünlüğü olarak dile getirilebilir. Bunun temsilcilerinden biri de Semerkand’da doğup Anadolu topraklarında vefat eden Alâeddin Ali es-Semerkandî’dir. O, Bahru’l-Ulûm adlı tefsiri ve kaleme alm
Bu çalışma Kur’an ilimleri geleneğinde yer alan rivayet ve dirayet açısından sorunlu nakil ve görüşleri ansiklopedik bir âlim olan Fadl Hasen Abbâs’ın gözüyle ele alıp tartışmaktadır. Kitapta pek çok can alıcı sorunun cevabı aranmıştır: Kur’an’ın indirilmesinden ne anlamalıyız? Kur’an kaç aşamada inmiştir? Anlam olarak indiği iddiası ne kadar ciddidir? Yedi harften ne anlamalıyız? Yedi harf uygulamasına niçin gerek duyulmuş ve ne zaman kaldırılmıştır? Yedi harften geriye kalan uygulamalar var mıdır? Yedi
Kur’ân kıssaları geçmişten günümüze pek çok araştırmaya konu olmuştur. Bu bağlamda kıssaların eğitsel, pedogojik, sosyo-politik ve fıkhî boyutları ele alınmıştır. Yine kıssalar karakter eğitimi, din eğitimi, değerler eğitimi, iletişim kuram ve modelleri açısından da tahlil edilmeye çalışılmıştır. Söz konusu araştırmalar disiplinler arası bilimsel çalışmalar olması açısından önemlidir. Ancak Kur’ân kıssalarının temel maksat ve gayelerini anlamak için tarihî yaklaşım en önemli yöntem olarak gözükmektedir. Bur
Kur’an zâviyesinden hareketle kaleme aldığımız öykü, esasında din, gelenek ve sosyoloji arasına sıkışmış olan insanlığın en değerli parçasının hikâyesinden ibarettir. Eğer ki bu hikâyeyi hak, adalet, eşitlik ve sevgi-saygı ölçeğinde mutlu sonla bitirebilirsek, kazanan sadece kadınlar değil, onların dokunduğu her şey olacaktır. Mevcut durumu Yüce Allah’ın irade, ifade, bakış ve amacı sadedinde görebilme imkânına kavuşmamıza vesile olmaya yardım edecek olan bu zâviyenin, bize olguyu apaçık gösteren bir pencer
Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’e vahyedilişinden başlayarak okunmuş, anlaşılmış ve hayata geçirilmiştir. Zamanla farklı kültürlerin İslam’a dâhil olması, yaşam şartlarının değişmesi, yeni ortaya çıkan durumlar ve diğer bazı nedenler çerçevesinde birtakım anlama problemleri ortaya çıkmış, Kur’an’ın âyetleri tefsir edilmeye daha çok ihtiyaç duyulur hale gelmiştir. Bu süreçte Hz. Peygamber’le varlık kazanan tefsir ilmi, sistemleşmeye başlamış ve tarihsel süreç içerisinde birbirlerinden farklı birçok tefsir çalı
Tükendi
Önderler, toplumların başarı kazanıp zirveye çıkmasın da ya da tam tersine yok olmaya doğru gidişlerinde büyük bir rol oynayan şahsiyetlerdir. Elbette lider tek başına her şey değildir. Ama onlar toplumu yönlendirmede en önemli rolü oynamışlardır. İşinin ehli güçlü liderler, toplumsal dinamikleri harekete geçirerek bölgesinde ve hatta dünya çapında büyük gelişme ve sıçramalar gerçekleştirebilmekte ya da başlatabilmektedirler. Burada ele alacağımız Murabitlar Devleti'nin lideri Yusuf b. Taşfin de kendi toplu
İslam fıkıh geleneğinde Ebû Hanîfe’nin en önemli öğrencisi ve Hanefi ekolüne mensup bir âlim olan Ebû Yûsuf, bu eserinde kendisine gelen problemleri rivayetler üzerinde çözmeye çalışmıştır Bu yüzden eserinin ismini KİTÂBU’L-ÂSÂR koyarak nakle bağlılığını ortaya koymaya çalışmıştır.
O,her halifeyi tek tek anlatmış, dönemindeki siyasi olayları, atadığı görevlilerle ilişkilerini ele aldıktan sonra ilim, edebiyat, şarkı ve eğlence meclislerine yer vermiştir. Kullandığı bu yöntem ile sakin ve ağırbaşlı üslubu ona çağdaşları arasında farklı ve ayrıcalıklı bir yer kazandırmıştır. Bağdat ve İrak’ın tarihini ilk yazan İbn Tayfûr bağımsız bir tarihçidir. Plan ve anlatımından da anlaşılacağı gibi eseri özgün bir eserdir. Eserinde yararlandığı kaynaklarının çoğu şifahidir. Saraya nüfuz edemediğin
Makrîzî’nin, İġāsetü’l-ümme bi-keşfi’l-ġumme adlı bu eseri, hacim itibarıyla küçük olmasına rağmen, muhteva açısından oldukça zengindir. Makrîzî, bu eserinde H 808/1405 yılına kadar Mısır’da meydana gelen kıtlıklardan, bunların sebeplerinden ve halkın yaşadığı ekonomik ve sosyal sıkıntılardan bahsetmektedir. Bu eserin kaleme alınma sebebi, H 796-808/1394-1405 yılları arasında Mısır’da yaşanan ve insanları kırıp geçen kıtlık hadisesidir. Ancak Makrîzî, bu eserinde sadece H 796-808 yılları arasında yaşanan kr
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 40-60 / Aktif Sayfa : 3