Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 48-64 / Aktif Sayfa : 4
Zeytin Ağacı hikâyesi, kökleri ile uçmak arasında kalan romantik ruhlu bir ağacın hikâyesidir. Karatavuk ile dertleşen, rüzgârı seven ve hisseden, sazlıkları, ormanları oldukları yerden koparıp bize getiren büyülü bir hikâye bu. Zeytin, Anadolu’nun en kadim ağacıdır. Ömrü binlerce yıl sürer. Öyle güzel bir ağaçtır ki ona zarar vermek için zalim olmak gerekir. Leylekler, kırlangıçlar, yaban kazları ve doğa sever insanlar onun en yakın dostlarıdır. Taşlık dinlemez, yokuş bayır dinlemez, köklendiği her yerde
Sadri Ertem, 1898’de İstanbul’da doğdu. Darülfünun Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. İlk toplumcu ve roman ve hikâye yazarları arasında bulunan Sadri Ertem, Millî Mücadele’ye katıldı. Eserlerinde toplumsal sorunlara, köylü-tüccar, işçi-patron ve sanayileşme sorunlarına eleştirel bir bakış açısıyla yaklaştı. Bu kitapta bulunan dokuz tane hikâye, biz insanlara gerçek bir gözlemle sunulmuş hissiyatı veren sorunları gözler önüne serecektir.
Tükendi
1869 yılında doğan ve 81 yaşında hayata gözlerini yuman Nobel ödüllü Fransız yazar, tam adıyla André Paul Guillaume Gide, Afrika dâhil birçok ülke dolaştı. 1 ve 2 Dünya savaşlarını yaşadı. Deneme, otobiyografi, anlatı, diyalog, gezi yazısı, anı ve roman dallarında pek çok eser yazdı. André Gide’nin tüm yapıtları arasında Kalpazanlar hem bir roman, hem roman üzerine bir deneme, hem öyküler anlatan bir eser, hem de yapıtın öyküsü olmayı amaçlar. Bunu yaparken, gerçekleştirmeye çalıştığı bir diğer amaç roman s
Tükendi
Edebiyatın mutfağında, pişerken okuma fırsatı bulduğum sıcacık hikâyelerdir Uğur Şen hikâyeleri. Derin edebi tasalar omuzlamadan, yüreğinden aktığı gibi, bir bakıma yolda konuşkan taksi şoförünün ya da otuz yıllık mahalle berberinin anlatacağı türden meraklı hikâyeler. Ancak her birinin raconu, delikanlı tavırları ve bizlere öğrettiği değerli dersleri vardır. Bazen hüzünlendirse de çoğunlukla gülümsetirler insanı. Kahramanınızla birlikte âşık olur, yine kahramanlarınızla birlikte birbirinden garip maceralar
Tükendi
Türkçe edebiyatın en usta yazarlarından Orhan Kemal Küçücük’te yoksulluğun, geçim derdinin acımasızlığını gözler önüne seriyor. Erol ve Ayten’in hikâyesini okurken, Ayten’in saflığına, aşka olan inancına üzülecek; Erol’un tembelliğine, serseriliğine, kıymet bilmezliğine öfkeleneceksiniz. Hayatın tam içindeyken yaşananlar, Orhan Kemal’i okuduğunuz zamanki kadar gerçek gelmeyebilir!
“Düşünce, aydınlatıcı kahkahamla sona erdi: İnsan kolaycı bir varlıktı, kendisinin mimarı olmayı öğrenmeye çalışmak yerine, sorunlarına başkasının hayatında cevap arıyordu. İnsanın kendi hayatında yaşaması ne zordu.” Uzun süredir yazamayan tanınmış bir yazar, yaşadığı hayal kı- rıklığının ardından, gerçekleri ve geçmişini zihnindeki tabuta kilitleyip, büyük kentin keşmekeşinden uzaklaşır. Soluğu do- ğanın hırçın, rüzgârlı kıyısındaki ücra bir sahil kasabasında alır. Bu göç, acının krallığında yaşayanlarla,
Tükendi
Türkçe edebiyatın usta isimlerinden Sabahattin Ali Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki Şeytan gibi romanlarının yanı sıra öyküleriyle de 20 yüzyıl Türkçe edebiyatın en önemli yazarlarından biri. Çocukluğunun geçtiği kasabalardan kahramanlar ve anlar devşiren bu öykülerde eşitliğin olmadığı bir dünyanın halleri var: Kelimelerde vicdan daima diri…
Zadie Smith, ilk romanı İnci Gibi Dişler’le hem edebiyat eleştirmenlerinin hem de okurun büyük ilgisini çekti. Daha sonra yazdığı gerek kurgusal gerek kurgu dışı eserlerin hemen hepsiyle de ödüllere layık görüldü. Giderek büyüyen bu külliyata Martha ile Hanwell ile şimdi de iki öykü katılıyor. Uzun zaman kendinde öykü kumaşı olmadığını düşünen Zadie Smith, öykünün yapısı üzerine düşüncelerini ve sonunda nasıl yazabildiğini de önsözde ortaya koyuyor.
Bertolt Brecht Cesaret Ana ve Çocukları’nı İkinci Dünya Savaşı kapıya dayanmışken, 1938-1939’da yazdı. Cesaret Ana, 17 yüzyılda, Otuz Yıl Savaşları sırasında, savaş meydanlarını arşınlayarak bulduğu her şeyin ticaretini yapan bir satıcıdır. Ancak hayatta kalmak için verdiği bu mücadele, aynı zamanda geri dönüşsüz kayıplar anlamına gelir. Savaş karşıtı metinler arasında en başta gelenlerden Cesaret Ana ve Çocukları’nda savaşın dehşetine kapılanları, kendine karşı körleşerek kazandığını zannederken kaybedenle
Türkçe edebiyatın en verimli ve yetkin yazarlarından Erhan Bener, romanlarının yanı sıra anları büyük bir ustalıkla kavrayan öyküler de bıraktı. Bu seçkide yer alan metinler birbirinden epey farklı ve her biri Erhan Bener üslubunun başka yüzlerini yansıtıyor. Anlatılanlar da mitolojideki Olympos Dağı’ndan Paris’in ışıltılı caddelerine uzanan; İstiklal Caddesi’nde, Yeşilçam heyecanlarını dirilten benzersiz bir zaman/mekân yolculuğu vaat ediyor.
Edebiyatta fantastik kahramanlar ve korku dendiğinde ilk akla gelen isimlerden olan H.P. Lovecraft, eski mitolojileri yok sayarak kendine özgü bir mitos yarattı. Bu mitosun başkahramanı, tanrısı, yaratığı Cthulhu, 1926’da yazılan, 1928’de kitaplaşan bu metinle ortaya çıktı. Bir ahtapotu, bir ejderi kendinde birleştiren, pençeli, kanatlı, yaşamayan ama ölü de olmayan Cthulhu, sınırsız, benzersiz, ürpertici dünyalara yolculuklar vaat ediyor.
Melih Cevdet Anday, Mikado’nun Çöpleri’nde bir kış gecesi karşılaşan bir kadınla bir erkeği çıkarır sahneye. Erkek, kadını bir sokakta, kucağında çocuğuyla beklerken görür ve kalacak yeri olmadığını anlayınca alıp evine götürür. Her ikisi de konuşma ihtiyacındadır ve yaşam karşısındaki tutumların, kadın ve erkek hallerinin çatışma ve uzlaşmalarıyla örülü diyalogları şafak sökene dek sürer. Mikado’nun Çöpleri ilk olarak 1967-68 sezonunda Kent Tiyatrosunda sergilendi. Şu an İstanbul Şehir Tiyatrolarının bir p
Alphonse Daudet, Natüralizm Akımı’nın temsilcilerindendir. Fransa’nın güneyindeki insanları ve yaşanan olayları duygusal bir kara mizahla kaleme almıştır. Bu kitap yirmi dört kısa öyküden oluşur. Her birinde ayrı bir hüzün bulacağınız savaşı, yoksulluğu, açlığı, sevgiyi, bencilliği, mutluluğu ve birçok şeyi dokunaklı bir dille anlatır.
Tükendi
Öylece koşuşturup dururken kırlarda, hayatın lezzeti içinde, aniden sıçrar geçersin, farkında mısın, boynunu bükmüş bir çiçek seslenir, ‘dikkat et, üzerime basacaksın!’, ah yavrucak, kim korkuttu seni, kimler çiğnedi, acımasız, farkında değil misin, pek de değil… Durakalırsın, şaşakalır… ‘Bana mı dedi?’. Geçip gidersin az sonra, belki, lakayt. Eskimiş bir ağaç çağırır seni, ‘gel, biraz gölgelen, sırtını yasla bana, korkma!’, öylece vaz geçersin koşuşturup durmaktan. Hayat da böyledir, sırtını sağlama almaya
“Hayatın penceresi önünde ömür boyu sadece mevsimlerin geçip gittiğini görmenin ahmaklığı herkesi sarmışsa da o bir günün, onun içinde yankılandığı seslere kulak verdiğinde nasıl dünyaya sağır olduğunu anlamıştı. Kendiyle barışmaktansa, sürekli doğru bildiği yanlışları yine ona kendisi söylesindi, bir başkasının söylemiş olduğu doğrunun kendinde yanlış anlaşılma ihtimali daha yüksekti ki bir insanın hayatında doğrular ve yanlışlar birbirinin üzerini örten gölgeler gibi. Ruh ise çektiği bütün acılarda insanı
Tükendi
“Ferdinand von Schirach'ın en dar alanda bile çelişkileri kavrama ve büyük duygular barındıran alanları birkaç kelimeyle tasarlama yeteneği beni tekrar tekrar şaşırtıyor. Metinlerini bu kadar eşsiz kılan, duygusallıktan uzak doğruluk ve olağanüstü insancıl empatinin biraradalığı karşısında tekrar tekrar gözyaşlarına boğuluyorum.” –Michael Haneke Ferdinand von Schirach, Ceza kitabında on iki davayı ve bu davaların belirlediği on iki kaderi anlatıyor. Suç kitaplarında olduğu gibi, insan kaderini belirlemenin
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 48-64 / Aktif Sayfa : 4