Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 20-40 / Aktif Sayfa : 2
“Gırç, gırç, gırç. Uykuma karışan dikenli gıcırtılarla kaskatı bir halde uyanıyorum. Salıncaktaki arkası dönük çocuk. Sesler salondan geliyor. Gırç, gırç, gırç. Yatakta büzüşüp kalıyorum. Kalkıp bakarsam, onu salonun ortasında sallanırken bulacağımı düşünüyorum. İçeride olmasına rağmen saçları uçuşarak.” “Gırç, gırç, gırç. Bu düşünce beni dehşete düşürüyor. Tuhaflıklara evde rastlamak yeni bir aşama olur çünkü. Eve kaçmak işe yaramaz o zaman. İlk şoku atlattıktan
Tükendi
“Edebiyata kulak vermeden, feminizmin sesinin tam duyulamayacağına, sözünün tam anlaşılamayacağına ve feminizme ilişkin bir incelemenin eksik kalacağına inanıyorum. Bu metinlerin her biri, 1960’ların ve 1970’lerin sokağa taşamamış, içte kalmış sesidir. Hatta 1960’ların öncesinin de birikimi, birikmiş isyanıdır. Bu metinlerde yol alarak o dönemin siyasi atmosferini, toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde yaşanan çıkmazları/tıkanmaları ve elbette bu açmazlara karşı isyanı görmek mümku
Tükendi
“İnsan hayatı aslına bakarsanız aldığı cesaretli kararların bir toplamı değil midir? Sonunda hayat da verilen kararlar doğrultusunda akıp gider ve insan verdiği kararların sonucuna göre yaşar.” Balkan kenti Struga’da kendi halinde, gündelik olanın sıradanlığında geçen hayatlar, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle bozulur. Havası, suyu ve doğası mutluluk saçan bu kentte artık düşman postallarının sesleri duyulmaktadır. Yunus ve ailesinin hayatı da yaşananlara paralel olarak bozulmaya baş
Tükendi
“Bütün solcu gençler gizli gizli aşk acısı çekiyordu, hepsi efkârlıydı. Solculukla aşk acısı akrabaydı sanki, her hallerine bir derinlik, efkâr, isyan sinmişti; göğse vurulan yumruk, koparılan düğmelerle hatırlarım onları. Aşklarını da devrim gibi kendi kapalı dünyalarında birbirleriyle paylaşıyorlar ama halleri, tavırları çekici bir haleyle kuşatıyordu onları. Biz çocuklar onların ‘ne olduklarını’ tam anlayamıyorduk ama onlar gibi olmak istiyorduk.” Türkiye’de sol hareket içinde ’68
Tükendi
Sermaye artık varoluşumuzun her alanına sızmış durumda. İnsanlık sayısallaşmış ve amansızca ele geçirme, kırma, yıkma, parçalama dürtüsünün esiri bir dünyada sıkışıp kalmış halde. İstisna halinin norm olduğu, olağanüstü halin kalıcılaştığı bu evrede iktidar sadece denetlemekle ilgilenmiyor; insanlığı ve Yeryüzü’nü tümüyle maddeleştirme, yiyip bitirme, bastırma, sindirme ve öğütme yolunda. Achille Mbembe, zencilik halinin evrenselleşmesi olarak tanımladığı bu sürecin yıkım v
Tükendi
Günümüzde dinamik bir toplumsal-politik hareket olarak ekolojinin sanatçılar, küratörler, kurumlar ve eleştirmenler açısından bir cazibesi var; konunun acilliği ve vahameti, bu alandaki sanat üretimlerine de bir dokunulmazlık halesi kazandırıyor. Oysa söz konusu sergilerin ve diğer sanat pratiklerinin kimi zaman tam da kendisi, ya yaklaşımı ya da icrası gereği ekoloji karşıtı bir yerde konumlanabiliyor. Bu kitap, sanat ile ekoloji ilişkisinin gündeme getirdiği sorulara, ortaya çıkardığı
Tükendi
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, imparatorluğun yapısını değiştirmekle kalmadı. Aynı zamanda siyasal, sosyal, kültürel değişmeleri de beraberinde getirdi. Siyasal hareketler imparatorluk yapısından ulus-devlet bünyesine “aktarılırken” bu değişimleri de taşıyarak var olmak zorunda kaldı. Benzer bir dönüşüm Rusya için de geçerliydi ve imparatorluk Bolşevik devrimiyle ortadan kalktı; sosyalist ve komünist hareketler için bambaşka bir dünya kuruldu. Mete Tunçay, uzun yıllara yayıl
Küçük Ağa, Kurtuluş Savaşı yıllarında, siyasal karar ve tartışma merkezlerinin uzağında, Kuvvacı/Millici denilen, ama ne oldukları, neyi temsil ettikleri pek bilinmeyen birilerinin açtığı savaşa katılıp katılmamanın vebalini tartarak bir karar verme durumunda kalan insanları anlatır. Asırlarır sadece "halife-i ruyi zemin"in, padişahın açtığı sancağın altında savaşılacağı bilgi ve inancıyla yaşamış taşra insanlarının, halife-padişah çağrısının yokluğunda ve işgal haberleri yayılırken yaşadıkları ikilemlerin,
Tükendi
Cennet Çayırları, sıradan yaşamların ve kişisel trajedilerin nasıl dönüştüğünü, birbirine eklendiğini gerçekçi biçimde anlatarak toplum kavramının temellerine ayna tutuyor. Uçsuz bucaksız yeşilliklerle kaplı bir vadide, adlı adıyla Kaliforniya’nın Cennet Çayırları’nda bir araya gelmiş türlü türlü insanın hayatı, Steinbeck’in ünlü detaycılığıyla gözler önüne seriliyor. Toprağı ekip biçme derdinden kişisel sorunlara, geçim sıkıntısından doğal afetlerle mücadeleye... Yöre hal
Tükendi
“‘Ben,’ diyorum, ‘hepsinin, bütün çocukların her gününü kurtarmak istedim.’ Hafifçe gülüyor kardeşim. Ne demek istediğimi anladı.” “Pişman mısın?” “Sorusunda, evet demem olasılığının tedirginliğini sezinliyorum.” “Hayır, pişman değilim. Ama herhalde bugünkü aklım ve deneyimim olsaydı bazı şeyleri başka türlü yapardım.” Bostancı’da, Göztepe’de ve Rıza Bey Apartmanı’nda geçen çocukluk ve ilkgençlik günlerinden, Fransa’ya, Budapeşte’ye, Viyana’ya, Leipzig’e uzanan politik mücadele
Tükendi
Nobel Edebiyat Ödüllü John Steinbeck ilk büyük başarısını kazandığı Yukarı Mahalle’de komediyle trajediyi ustalıkla harmanlıyor. Monterey kasabasının tepelerindeki Yukarı Mahalle’de, Kaliforniya’nın eski yerlileri toplumsal normlarının dışında, yoksulluk içinde yaşarlar. Bunlardan biri olan Danny, Birinci Dünya Savaşı bitip de mahalleye döndüğünde dedesinden kendisine iki ev miras kaldığını öğrenir ve evini dostları Pilon, Pablo, Jesus Maria, Korsan ve Koca Joe’ya açar. Steinbeck’in Kral
Steinbeck, İkinci Dünya Savaşı sırasında kaleme aldığı Sardalye Sokağı’nda savaşı unutmak istercesine sıradan insanların günlük hayatlarına odaklanıyor. Monterey’in Sardalye Sokağı, adını buradaki konserve fabrikalarından alır. Evsiz barksız bir grup genç ve elebaşları Mack, bakkal Lee Chong, hayat kadını Dora ve kızları, ressam Henri ile Steinbeck’in yakın dostu Edward Ricketts’tan esinlenerek yarattığı biyolog Doc bu sokağın sakinlerindendir. Steinbeck, Monterey üçlemesinin ikinci kitabı ola
Tükendi
Pippin IV’ün Kısa Süren Saltanatı iktidar hırsını ve yönetimdeki bozuklukları ince bir mizahla eleştiren, eşine az rastlanır bir politik roman. Bir yanda mecliste toplanmış Sosyalistler, Kralcılar, Hıristiyanlar ve Ateistler ile onlardan yükselen demagoji, hamaset dolu nutuklar, diğer yanda etliye sütlüye karışmadan evinin terasına kurulup gökyüzünü gözlemleyen amatör astronom Pippin Arnulf Héristal... Aniden patlak veren isyan ve ardından ilan edilen kraliyet yüzünden bu kendi hal
Tükendi
Arabulucu, 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının köşe taşlarından L.P. Hartley’nin başyapıtı. Leo Colston, arkadaşları üstünde büyü yapma yeteneği olduğuna inanan sıradışı bir çocuktur. 1900 yılında bir okul arkadaşının malikânesinde geçirdiği yaz ayları onun hem yaşıtlarına hem de yetişkinlere bakışını acı tatlı deneyimlerle zenginleştirir. Aşk mektupları taşıyarak “arabuluculuk” ettiği Marian’a vurulması, yetişkinlerin ilişki sarmalındaki “aracı” konumu onu günbegün olgunlaştırır.
Tükendi
“Toynakların sesi yükseldi. Dağ taş, yaratılmış tüm mahlukat gözünü kapattı manzaraya şahit olmamak için, nafile. Biri gebe üç yavrusunu boynuzlarına takmış, tüyleri kırmızı-siyah ve yapış yapış bir dişi geyik yaklaştı kendinden emin... Boynuzlarından sarkan cesetler ve kan yağmurundan, geyiğin yüzünü seçmek mümkün değildi. Yine de gözlerinden müebbet bir karanlığın kendilerine doğru aktığı anlaşılıyordu.” Kimsenin bilmemesi gereken bir şey yaptılar. Elif, Ayşegül ve Cemi
Modern Türkiye’nin kurucu ideolojisi Kemalizmin ancak ulusaşırı bir olgu olarak analiz edildiğinde anlaşılabileceğini öne süren Kemalizm – Osmanlı Sonrası Dünyada Ulusaşırı Siyaset, Kemalizmin iki savaş arası dönemde Türkiye, Arnavutluk, Bulgaristan, Kıbrıs, Mısır ve Yugoslavya’daki çok yönlü etkileşim ve alışverişlerle inşa edildiğini ortaya koyuyor. Bir parti mensubiyetinden bir dizi kültürel sembole, bir siyasi doktrinden belirli bir yönetim tarzına birçok farklı anlamda kullanabi
Tükendi
“Solcu bir işkence mağdurunu savunurken bölücü örgüt üyesi, türbanlı kızın hakkını savunurken irticacı, travestiyi savunurken ahlâk düşmanı ilan edilirler. Bir yere kaçmazlar. Hep burada, inadına vahşetin menzilinde dikilirler.” Yıldırım Türker’in Keskin Bir Hayat’ın önsözünde çizdiği bu “insan hakları savunucusu” portresi, herkesten çok Eren Keskin’e uyuyor. Bircan Değirmenci’nin çalışması, Eren Keskin’in insan hakları mücadelesinin her cephesinde süren hayat hikâyesini kat ediyor. Mutlu bir çocukluk geçir
Tükendi
“Düşünce, aydınlatıcı kahkahamla sona erdi: İnsan kolaycı bir varlıktı, kendisinin mimarı olmayı öğrenmeye çalışmak yerine, sorunlarına başkasının hayatında cevap arıyordu. İnsanın kendi hayatında yaşaması ne zordu.” Uzun süredir yazamayan tanınmış bir yazar, yaşadığı hayal kı- rıklığının ardından, gerçekleri ve geçmişini zihnindeki tabuta kilitleyip, büyük kentin keşmekeşinden uzaklaşır. Soluğu do- ğanın hırçın, rüzgârlı kıyısındaki ücra bir sahil kasabasında alır. Bu göç, acının krallığında yaşayanlarla,
Tükendi
Freelance Emek, “ofissizleşen” emeği anlatıyor. İnsanları evinden veya istediği yerden, istediği zaman, istediği kişilerle, istediği gibi çalışarak geçimini kazanabileceği fantezisiyle ayartarak, onlara güya özgürlük vaat eden bir emek rejimi bu. Bu sözüm ona özgürlük, 7 gün 24 saat işe koşulabilmek anlamına geliyor; üstelik “evde” olduğu için hem işveren hem hane halkının gözünde kolaylıkla görünmez hale gelen bir çalışma söz konusu. Freelance’in tasfiye ettiği iş güvencesinin yerine konan “network” (ilişk
Tükendi
Huzursuz Bir Ruhun Panoraması, cumhuriyet döneminin kanonik yazarlarından Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun o verimli huzursuzluğuna aynalar tutuyor. Onun aşka, inkılâba, Batı’ya, kadınlara, mekâna, millete, siyasete, Atatürk’e, dine, Bektaşiliğe ve daha birçok şeye -mesela can sıkıntısına- bakışına tutulan aynalar, bunlar. Bu geniş bakış, cumhuriyet tarihinin zihniyet dünyasında kapsamlı bir keşif turu anlamına geliyor. Yakup Kadri’nin edebi dilini, edebiyatının kaynaklarını ve açılımlarını da ihmal etmeden… Y
Tükendi
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 20-40 / Aktif Sayfa : 2