Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 403 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1
Set İçerisindeki Kitaplar; - Kürk Mantolu Madonna - Kuyucaklı Yusuf - İçimizdeki Şeytan
Tükendi
Türkçe edebiyatın usta isimlerinden Sabahattin Ali Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki Şeytan gibi romanlarının yanı sıra öyküleriyle de 20 yüzyıl Türkçe edebiyatın en önemli yazarlarından biri. Çocukluğunun geçtiği kasabalardan kahramanlar ve anlar devşiren bu öykülerde eşitliğin olmadığı bir dünyanın halleri var: Kelimelerde vicdan daima diri…
Sabahattin Ali’nin 1944-1947 yılları arasında yazdığı hikâyelerden derlediği Sırça Köşk, hayatını altüst eden, kendisini ölüme kadar götüren o keskin devrede yaşadığı ve hayatını şiddetle etkilemiş olayları da yansıtmaktadır. Ayrıca Sinop Cezaevi’nde karşısına çıkan mahkûmun başından geçenler gibi Rıfat Ilgaz’ın emniyetteki bir sorgusu da bu hikâyelere girmiştir. Sırça Köşk’te biyografik ve otobiyografik parçalarla yazarın kendine döndüğünü söylemek yanlış olmaz. Sabahattin Ali (1907-1948) İstanbul Muallim
Ses
“…Saza vuran eli yavaşladı, gözleri kapandı, boğazı gerildi ve yüzü kırmızılaştı. Biz hayretle onu seyrederken, ince dudaklarının arasından beyaz dişler göründü ve delikanlı aya hitap eder gibi şarkısına devam etti: Ayın şavkı vurur sazım üstüne, / Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne / Gel ey hilâl kaşlım, dizim üstüne, /Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni.” Sabahattin Ali (1907-1948) İstanbul Muallim Mektebi’ni 1928’de bitirdi. Yozgat’ta ortaokul öğretmenliği yaptıktan sonra Maarif Vekâleti’nin açt
Kağnı’daki öykülerin ilki hariç diğer on ikisi 1935-1936 yılları arasında yazılmış ve yayımlanmıştır. Sabahattin Ali’nin sistemle anlaşmazlıkları, çatışmaları ve hapishane yaşamı içinde mahkûmlardan dinledikleriyle ilişkili bu öyküler, onun dil ve anlatım bakımından ustalaştığının tartışmasız kanıtıdır. “…Sinop Hapishanesi’ne gönderilmek üzere teslim edilecektim. Bunu okuyunca çöker gibi oldum. Bir deniz kenarında yapyalnız duran bir hapishane gözlerimde canlandı ve içinde bir tek bile tanıdığım olmayan o
Tükendi
“Üç sene evvel bizim ağa, dere boyundaki ufak tarlamıza sahip çıkar oldu. Bağırdık çağırdık, fayda etmedi. Oğlan sakat, bende de derman yok, hakkımızı kendimiz arayamadık. Mecbur olduk hükümet kapısına düşmeye. İki sene mahkememiz sürdü. Bizim tapumuz filan yoktu ama bütün köylü o tarlanın bize dededen kaldığını bilirdi. Bunu soran olmadı, ağa yalancı şahit dinletti, mahkemeyi kazandı…” Sabahattin Ali’nin 1935 ve 1936 arasında yayımladığı on üç öyküyü içeren Kağnı, daha öncesinde Değirmen adlı öykü kitab
Bir sanatkârın eserlerine yönelik anlamlandırma gayreti onun ölümlü yanlarından ziyade geriye bırakmış olduğu eserlerinin çağları aşabilecek anlam dünyasına yönelik olmalıdır. Bunun için de sanatkârdan geriye kalan eserlerin ilk ve tahrif edilmemiş nüshalarına ulaşmak; edebî esere yönelik farklı okuma biçimlerini bu metinlerden hareketle yapmak önemlidir. Elinizde bulunan ve “eleştirel basım” anlayışıyla hazırlanan Kürk Mantolu Madonna’nın ortaya çıkış amacının bu olduğunun altını çizmek isteriz. Sabahattin
“Bir bıçak alarak kolundaki ve bacağındaki adalelere saplamak ve böylece bir nehre atılarak yüzmek elinden geliyor mu? Bir şehrin adamlarını öldürmek cesareti sende var mı? Bir minareye çıkarak bütün dünyaya işittirecek kadar kuvvetle bağırabilir misin? Aşk sana bunları yaptırabilir mi? İşte o zaman sana seviyorsun derim…” Sabahattin Ali’nin 1927 ile 1934 yılları arasında, bazısı Atsız Mecmua, Resimli Ay, Varlık gibi dergilerde kendine yer bulan öykülerinin 1935’te derlendiği, üç ayrı kısma ayrılan Değir
Tükendi
“İçinde hakikaten sevmek kabiliyeti olan bir insanhiçbir zaman bu sevgiyi bir kişiye inhisar ettiremez vekimseden de böyle yapmasını bekleyemez.Ne kadar çok insanı seversek asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir.”Sabırlıdır, naziktir.Kıskanmaz, üstünlük kurmaz ve kibirli davranmaz.Kabalık etmez, çekip gitmez.Aşk daima korur, güvenir, umudunu yitirmez ve direnir.Hayata direnir, zamana direnir; onu istemeyen bir yüreği dahi dize getirir.Ve baz
Halbuki Muazzez'e karşı olan hisleri büsbütün başkaydı. Onu hariçte bir mevcut, yabancı ve başka bir insan olarak düşünmüyor, kendinin bir parçası; kolu, gözü ve yüreği olarak tasavvur ediyordu. Burada beğenmek veya beğenmemek, sevmek veya sevmemek, hayran olmak veya küçük görmek bahis mevzuu olamazdı; çünkü böyle şeyleri bir kere bile kafasından geçirmiş değildi. Muazzez'e dair içinde uyanan ve şuuruna varan his, onun kendisinden koparılması ihtimaline karşı duyduğu müthiş bir acı oldu. Fakat şimdi bir
Tükendi
Bir sanatkârın eserlerine yönelik anlamlandırma gayreti onun ölümlü yanlarından ziyade geriye bırakmış olduğu eserlerinin çağları aşabilecek anlam dünyasına yönelik olmalıdır. Bunun için de sanatkârdan geriye kalan eserlerin ilk ve tahrif edilmemiş nüshalarına ulaşmak; edebî esere yönelik farklı okuma biçimlerini bu metinlerden hareketle yapmak önemlidir. Elinizde bulunan ve “eleştirel basım” anlayışıyla hazırlanan Kuyucaklı Yusuf’un ortaya çıkış amacının bu olduğunun altını çizmek isteriz. Sabahattin
Tükendi
Bir sanatkârın eserlerine yönelik anlamlandırma gayreti onun ölümlü yanlarından ziyade geriye bırakmış olduğu eserlerinin çağları aşabilecek anlam dünyasına yönelik olmalıdır. Bunun için de sanatkârdan geriye kalan eserlerin ilk ve tahrif edilmemiş nüshalarına ulaşmak; edebî esere yönelik farklı okuma biçimlerini bu metinlerden hareketle yapmak önemlidir. Elinizde bulunan ve “eleştirel basım” anlayışıyla hazırlanan İçimizdeki Şeytan’ın ortaya çıkış amacının bu olduğunun altını çizmek isteriz. Sabahattin Ali
Tükendi
"Sabahattin Ali Türk edebiyatının ilk devrimci-gerçekçi hikâyecisi ve romancısıdır. Türk edebiyatında Sabahattin'den çok önce natüralist, hatta eleştirel gerçekçi hikâyeciler ve romancılar vardır. Bunlar üzerinde özellikle Fransız natüralizminin ve gerçekçiliğinin etkileri görülür. Ama eleştirel gerçekçilikle sosyalist gerçekliğin aşaması olan reformist, halkçı gerçekçiliğin Türkiye'de ilk hikâyeci ve romancısı Sabahattin'dir." (Nâzım Hikmet, 1955) "Sabahattin Ali'nin hikâyelerinin genellikle klasik de
“Bundan sonra aradaki buzu çözmeye, bu insanların birbirlerine karşı duydukları müthiş yabancılığı gidermeye imkân yoktu. İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rasgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.”Sabahattin Ali, edebiyatında hayatın ta kendisini resmeden, kendi hayatı da eserlerinden geri kalmayacak denli çalkantılarla dolu, çağımızın en önemli edebiyatçılarında
Sabahattin Ali'nin "düşünür" ve "eleştirmen" yüzünü görmek için, onun dergilerde yayımlanmış yazılarını okumak gerek. Öykü ve romanlarında bir anlatı ustası olduğunu kanıtlayan ve Türk edebiyatının klasikleri arasında yer alan Sabahattin Ali'nin gündeme ve sanata ilişkin yazıları, onunla yapılmış söyleşiler Hikmet Altınkaynak'ın derlemesiyle dergi sayfalarından sıyrılıp kitap boyutuna ulaşıyor.
Büyük şehirlerimizden birinin parkında her sene kurulan bir panayırda çeşit çeşit eğlence yerlerinin arasında geziyordum. Koskocaman dönme dolaplar, atlı karıncalar, esrarlı mağaralar, motosikletle dolaşılan ölüm silindirleri, bira, şarap büfeleri, nişan atma yerleri, türlü türlü piyangolar, vücutsuz başlar, elli santimlik cüceler, görülmemiş varyeteler, altı ayaklı danalar, burnuna kadar bütün vücudu kıllı yaradılış cilveleri, güldüren aynalar insanı önlerinde durmaya, içeri girmeye zorluyordu. Her salaşın
Öğleden evvel saat on birde Kadıköy’den Köprü’ye hareket eden vapurun güvertesinde iki genç yan yana oturmuş konuşuyorlardı. Deniz tarafında bulunan şişmanca, açık kumral saçlı, beyaz yüzlü bir delikanlı idi. Bağa bir gözlüğün altında daima yarı kapalı gibi duran ve eşya üzerinde ağır ağır dolaşan kahverengi miyop gözlerini vakit vakit arkadaşına ve solda, güneşin ziyası altında uzanan denize çeviriyordu. Düz ve biraz uzunca saçları, arkaya atılmış olan şapkasının altından dökülerek sağ kaşını ve göz kapağı
Bugün ömrümün en mesut günü idi. Şehrin kenarında taklar kurulmuştu, bütün memurlar resmi elbiselerini giyip gelmişler. Hususi muhasebe müdürü bile, bej pardösüsünün üstüne silindir şapkayı oturtmuş, *1.55* boyu ile ön tarafta yer almış. Ben de bir kat elbisemi silip ütüledim ve öyle geldim. Maarif müdürü ters ters bakıyor ama, ne derse desin, bir gün köyden ayrılmakla kıyamet kopmaz ya... Bu yol bir parça benim eserim demektir... Halk ve köylü uzaktan seyrediyorlardı, yanlarına gittim, konuştum, sevincimde
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 403 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1