Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 70 kayıt bulunmuştur Gösterilen 40-60 / Aktif Sayfa : 3
Farkında olalım veya olmayalım, yaşam doğumdan ölüme bir arayışın adıdır. İnsân, arayan varlıktır. Ama insân bu âlemde çoğu zaman neyi aradığını bilmediğinden bazen bulduğunu da anlayamaz. Aslında aramak, var oluşun/hürriyetin bir göstergesidir. Şekli ne olursa olsun, tüm arayışların altında insânın Allh ile olan, o ezelî/aslî birlikteliği vardır. Aramak, kaybettiğinin farkında olmak, aradığının eksikliğini yüreğinde derinden duymaktır. Her insânda kendinden ve kendinde her insândan bir parça bulmayanlar,
Tükendi
Bir "Dipsiz Karanlık"tı orası. Bilinmeyenin, gizli olanın, belirlenmeyenin sessizliğiydi bu. Ama sonradan duyuldu nefesi! "Ol/Kün!" emriyle. İşte bundan sonra varlık kazandı âlem. Önce annesinin karnında "üç karanlık" yerdeydi insân. Burada da sükût vardı. Sonra sünnetullah saati çalınca, karanlık yerini aydınlığa terk etti. Bildiklerini/gördüklerini/duyduklarını unutturmuştu bu doğuş. Tekkedeki halvet odası karanlıktı. Derin bir sessizlik vardı. Yalnız bırakmışlardı onu kendiyle. Birden bir ses geldi can
Tükendi
Söz uçar, yazı kalır. Yazmak ise sorumluluktur. Fakat, "Anlamak ve bulmak ne söylenir, ne de yazılır. Ne öğretilir, ne de gösterilebilir. Evet, ben O'nu ne kadar aradımsa kendimi buldum. Şimdi kendimi arıyor, O'nu buluyorum. O'nu bulunca kendinden kurtulursun, kendinden kurtulunca da O'nu bulursun. Başlangıç bunlardan hangisi? Onu da O bilir. O belirince, sen silinirsin. Sen silinince de O belirir. Başlangıç bunlardan hangisi? Onu da O bilir. Bir kısmı dedi ki: 'Kendinden kurtulmayınca bulamazsın!' İkisi de
Tükendi
Kendisini 1986 yılından Hakk'a yürüyüşü olan 2008 yılına kadar tanıma ve yakınında bulunma mutluluğuna eriştiğim Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre hocamız ile Nûr içinde yatsın o Boğaz'a bakan hasreti/kokusu hâlâ içimde cennet misâli mütevazı küçük odasında sayısız sohbetler yapmışızdır. Bu sohbetlerden birisinin konusu da "sözlükler" üzerineydi. Çalışma masasının üzerinde ve yakınında bulunan raflardaki sözlüklerini göstermiş ve: "Evlâdım! Fakîr, hayatımda en çok sözlük eskittim" demişti. Yine Prof. Dr. Ahme
Tükendi
Kendisini 1986 yılından Hakk'a yürüyüşü olan 2008 yılına kadar tanıma ve yakınında bulunma mutluluğuna eriştiğim Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre hocamız ile Nûr içinde yatsın o Boğaz'a bakan hasreti/kokusu hâlâ içimde cennet misâli mütevazı küçük odasında sayısız sohbetler yapmışızdır. Bu sohbetlerden birisinin konusu da "sözlükler" üzerineydi. Çalışma masasının üzerinde ve yakınında bulunan raflardaki sözlüklerini göstermiş ve: "Evlâdım! Fakîr, hayatımda en çok sözlük eskittim" demişti. Yine Prof. Dr. Ahme
Tükendi
Kendisini 1986 yılından Hakk'a yürüyüşü olan 2008 yılına kadar tanıma ve yakınında bulunma mutluluğuna eriştiğim Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre hocamız ile -Nûr içinde yatsın- o Boğaz'a bakan -hasreti/kokusu hâlâ içimde- cennet misâli mütevazı küçük odasında sayısız sohbetler yapmışızdır. Bu sohbetlerden birisinin konusu da "sözlükler" üzerineydi. Çalışma masasının üzerinde ve yakınında bulunan raflardaki sözlüklerini göstermiş ve: "Evlâdım! Fakîr, hayatımda en çok sözlük eskittim" demişti. Yine Prof. Dr. Ah
Tükendi
Çocuklara güzel isim koymak inancımızın bize yüklediği sorumluluklar arasındadır. Hz. Peygamber, Kıyâmet günü insânlar isimleriyle çağrılacaklar sözüyle, isimlerin sahipleri üzerinde etkili olduğuna dikkatimizi çekmiştir. Benim de adımı kendisini tanıyamadığım- rahmetli dedem koymuştur. Aslında itiraf etmem gerekirse, küçüklüğümde adımı çok sevmemiştim. Zaten yaşıtlarımda da bu isim fazla yoktu. Fakat sonraları ismimi sevmeye başladım. Galiba bu, anlamını öğrendikten sonra bende gelişen bir duyguydu. Necm v
Tükendi
Vâkıa Sûresinin adını hep duyardım, ama onu şimdiye kadar başından sonuna kadar -Kurân hatmi hariç- mânâsına yönelerek okumak hiç nasip olmamıştı. Sonradan Vâkıa Sûresinin mânâsını ön plana çıkararak- okumaya başladığımda, bu sûrenin kıyâmet ve sonrasındaki âhiret yaşamı ile ilgili içerik taşıdığını gördüm. Hz. Peygamber bu sûreyi fakirlikten kurtarıcı bir zenginlik sûresi olarak tanımlamış ve sonrasında eşlerimize ve çocuklarımıza bu sûrenin öğretilmesini tavsiye etmiştir. Hele inananlar için hazırlanmış c
Tükendi
Mutlak hakîkat bilgisinin acaba ne kadarına sahibiz? Evvel ve hir olan Allah hakkındaki bilgimizin sınırları acaba hangi noktalara ulaşmaktadır? Veya doğru diye bildiğimiz/zannettiğimiz/hayâl ettiğimiz şeylerin ezelî bilgiyle örtüşen yanları ne kadardır? Gerçek şu ki sınırlı/kayıtlı bir varlık olarak insânın, sınırsız/sonsuz bir varlık hakkındaki bilgisi sadece Hiçtir. Bildiklerimiz de sadece Onun dilediği kadarıyladır. Üstelik bu dilediklerinin ne kadarını idrâk ettiğimiz de tartışılır. Fizik/Şehâ
Tükendi
Çocukluğumdan bugüne hatırladığım bazı mutluluk sahneleri vardır. Bahçeli iki katlı evimizin mutfağında bir kuzine soba vardı. Rahmetli annem bu sobaların üzerine sıcak su ihtiyacı için güğüm koyardı. Bazen bu güğümlerden kaynamaya yakın öyle iniltili/hüzünlü sesler çıkardı ki, çocuk kulağımla bunlar bana anlatılmaz bir duygu verirdi. Yine böyle bir ses sırasında anneme sormuştum: Anne! Bu güğüm ne diyor böyle? Annemin cevabı hâlâ kulaklarımdan gitmedi. Şöyle demişti: Oğlum, o güğüm Allahı zikrediyor. İşte
Tükendi
İnsân, yaratılan ile Yaratan arasında bir kavşak noktasıdır. Bu yüzden olacak ki insâna "Ulûhiyyet ile ubûdiyyetin birleştiği varlık" da denilmiştir. Allah ile insân arasında bir ezelî anlaşma, bir zaman ötesi ahitleşme vardır. İnsân, mutluluğu ve ölümsüzlüğü Allah'a varmakla elde edecektir. İnsânın, bütünden kopup noksanlıklar dünyasına inişi, bir çıkışı da zorunlu kılar. İnsânın Allah'a olan hayat yolculuğunun adına seyr, sefer, hicret, gurbet veya sülûk derler. Bu yüzden insânın, aslına dönüş yolunda çık
Tükendi
Akl-ı Me'âş denilen, beşere has Gündelik Akl'ın en büyük yanılgılarından biri, görünen (zâhirî) gerçeği en son Hakîkat olarak algılayıp onunla yetinmesidir. Aslında Şehâdet Âlemi, Bâtın ile idrâk arasında bir engel ve nefsânî bir vehimden başka bir şey değildir. Bunu idrâk ise ancak Cenâb-ı Hakk'ın büyük bir lûtfu olan Akl-ı Me'âd sâyesinde olur. Akl-ı Me'âd sâhibi olan ehl-i irfân, bütün bu Şehâdet Âlemi'nin hîlelerini seçer, görünenin ardındaki Hakîkat'i vâsıtasız bir şekilde doğrudan doğruya fehm ve idrâ
Tükendi
"Yüzümüz Kızarmadan" demek, yüzümüzü masivanın tozlarına/kirlerine bulaştırmadan Kur'an'ın tecelli ettiği bir güzelliğe dönüştürmektir. Bu dönüşümü gerçekleştirenler içlerinde yaşadıkları toplumun birer Sirac-ı Münir'i olurlar ve Risalet Güneşi'nden aldıklarını Velayet ayı ile yansıtırlar.
Kur'ân'da 'ahsenü'l-kasas' olarak nitelendirilen Hz. Yûsuf'un kıssasında, üç farklı olayda Hz. Yûsuf'un gömleğine vurgu yapılmakta ve bu gömlek merkezli vurgu etrafında duygulu, dramatik sahneler ortaya koyulmaktadır. Bu eserde, bu gömlekler etrafında gelişen olaylar üç ayrı bölümde inceleniyor.
Tükendi
Necmettin Şahinler bu kitabında, Hz. Peygamber'in hayatından önemli izleri yeniden tanımlayarak kolay, anlaşılbilir, kısa ama farklı bir siyer çalışması ortaya koyuyor. Kitabın en belirgin özelliklerinden birisi de, Peygamber'in döneminde yaşanan olaylardan çıkarılan irfani yansımalardır.
Tükendi
Kur'ân-ı Kerîm'in evrenselliğini düşündüğümüzde anlıyoruz ki, bizlere verilen örnekler/kıssalar sadece yaşandıkları coğrafya/tarih ile ilgili/sınırlı değillerdir. Bunlar sahne değişse de her zaman diliminde karşımıza çıkan/çıkacak değişmez gerçeklerdir. Bu olaylardan ders alırız veya almayız; fakat şunu iyi bilelim ki her gün güneşin doğuşu ile batışı arasında Sâlih'in Şehirleri'nde Şehrin Sâlihleri ile karşı karşıya gelmekte ve yaptığımız tercihler, seçtiğimiz yollar, takındığımız tavırlar bir imtihan olar
Tükendi
Kapılar yaşamımızın ayrılmaz parçalarıdır. Kim bilir farkında olmadan günde kaç defa kapı açar, kapı kapatırız? Her varlık hakîkate açılan bir kapıdır bu âlemde. Taşlar, bitkiler, hayvanlar ve insânlar gayb ile şehâdet arasında birer kapıdırlar. İnsân ise bu kapıların en anlamlısı, en önemlisi ve en özelidir. Çok katmanlı/katlı yapısıyla son kapısı Allaha açılan- kapı üstüne kapıdır insân. Önce Şerîat, sonra sırasıyla Tarîkat, Hakîkat ve Marifet kapıları vardır insân için. Bu kapıları edeble çalan ne mahrum
Tükendi
Kurân, insânın yaratılışından bahsederken, önce onun toprak yönüne vurgu yapar. Bu yönümüzün ne olacağı belli; bir gün zamanı geldiğinde yine aslına kavuşacak/dönüşecektir. İkinci yön ise, beşeri/kabuğu insân yapan, çamuru kıyâma kaldıran, ona melekleri secde ettiren yöndür. Ona da Rûh diyoruz. Rûh da, beden ömrünü tamamladığında Azrâil aracılığıyla çekilir ve toprak yönü terk eder. Rûh, Allahtan gelir ve yine Ona döner. İşte bizi hayata/Hayya bağlayan tek ip Rûhumuzdur. Yeryüzü sahnesinde Allahın ipine bağ
Vahyin son kitabının insanlık dünyâsına inen ilk kelimesi "oku" emriyle başlamaktadır. Yani îmân, tebliğ ve aydınlık adamının ilk işi okumaktır. Ama insân neyi okuyacaktır? Kur'ân'a göre, insânın önüne, okunmak üzere konan "üç temel kitap" vardır. Kâinât kitabı, vahiy kitabı ve insânın bizzat kendisi. Vahiy kitabı, yani genel anlamda bütün peygamberlere gelmiş bulunan vahiy, özel anlamda da Kur'ân, diğer iki kitabın gereğince okunup değerlendirilmesini kolaylaştıran bir ışıktır. Kur'ân, bu üç kitabın belir
Tükendi
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 70 kayıt bulunmuştur Gösterilen 40-60 / Aktif Sayfa : 3