Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 181 kayıt bulunmuştur Gösterilen 100-120 / Aktif Sayfa : 6
Doğu dinleri kavramı genelde ibrahimi dinler dışındaki Hint ve Çin kökenli dinsel gelenekleri ifade eder. "İbrahim" kelimesinin brahman veya berahime terimlerinin bozulmuş biçimi olduğu; "et-tin" ifadesinin Buda'nın altında aydınlanmaya kavuştuğu bodhi ağacına, dolayısıyla Budizm'e işaret ettiği; aynı şekilde Zülkifl'in de yine onun doğum yeri Kapilavastu'ya nispetle "Kapilalı" anlamında Buda'ya delalet ettiği şeklinde zorlama yorumlar bir yana bırakılacak olursa, Kur'an'da bu dinlere atıf yoktur. Bu durumu
“İkinci Klasik Dönem” olarak da adlandırılan yüzyıllar içerisinde Necmeddin Ali b. Ömer el-Kâtibî (ö. 675/1277) tarafından kaleme alınan ve bir İbn Sînâcı felsefe klasiği olan Hikmetü’l-ayn, etrafında oluşan şerh-haşiye geleneği ile hem tedris faaliyetlerine konu olması hem de Fahreddin er-Râzî ve Nasîrüddîn-i Tûsî gibi düşünürlerin süzgecinden geçen felsefi düşüncenin izlerini takibe imkân vermesi açısından değerlidir. Eserin, müellifin bizzat talebeleri tarafından şerhedilmesi, sonraki yüzyıllarda çeşitli
Felsefe ve bilim tarihinde eşine az rastlanır bir şahsiyet olan İbn Sina, fikirleriyle İslam dünyasında ve Batı'da yüzyıllar boyunca derin etkiler yaratmıştır. İslam felsefesinin 'altın çağ'ını temsil eden büyük filozof, tarihsel süreç içerisinde sadece felsefeye değil kelam ve tasavvuf düşüncesine de yön vermiştir. Kuşkusuz İslam entelektüel geleneklerinin gereği gibi anlaşılması, onun bu geleneklere nüfuz eden son derece ayrıntılı ve mükemmel felsefi sisteminin kavranmasından geçmektedir. İşte İbn Sina'nı
1035 yılında küçük bir göçebe topluluk hâlinde Ceyhun nehrini geçerek Horasan'a giren Selçuklular, 1040'ta Gazneliler'e karşı kazandıkları zaferin ardından İran coğrafyasında güçlü bir devlet kurdular. Kısa sürede büyük bir imparatorluğa dönüşen bu devlet, Çin sınırlarından İstanbul önlerine, Aral gölü ve Kafkaslar'dan Kızıldeniz ve Mısır'a kadar geniş bir coğrafyaya hâkim oldu. Selçuklular, devrin önemli siyasî hadiselerinin yanında Yakındoğu'nun etnik, dinî ve kültürel yapısının yeniden şekillenmesinde de
İslam aleminde önemli bir konumda bulunan masum on iki imam inancına sahip İmamiyye Şiası'nın inanç yapısını ve geçirdiği evreleri anlamak, sadece bir mezhebin teşekkül ve kurumsallaşma sürecinin ortaya konulabilmesi açısından değil, aynı zamanda İslam düşünce tarihinin anlaşılabilmesi açısından da önemlidir. Bu sürecin tespiti ise önemli ölçüde mezhebin imamet nazariyesinin ortaya konulmasına bağlıdır. Zira günümüz Şiiliğinin büyük çoğunluğunu oluşturan söz konusu mezhep mensuplarının kendin inanç esasları
Adudüddin el-îcî (ö. 756/1355), İslâm düşüncesinin erken dönem metinlerinin yorumlanarak yeniden düşünce dolaşımına sokulduğu "ikinci klasik dönemin ve araştırma yöntemlerini "tahkîk" diye isimlendiren âlimlerin yaşadığı "tahkik çağı''nın en önemli temsilcilerinden biridir. Başta kelâm olmak üzere fıkıh usulü, tefsir, akait, dil ilimleri, ahlâk, araştırma ve münazara âdâbı gibi farklı alanlarda eserler kaleme almış, bu eserler İslâm düşüncesi ve özellikle Osmanlı ilim anlayışı üzerinde kalıcı bir tesir bıra
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Endülüs adı, İslâm dünyasında giderek artan bir ilgiye mazhar olmaktadır. Ancak bu ilgi bilgi temelli olmaktan ziyade duygu temellidir. Herhangi bir İslâm ülkesinde, Türkiye de dahil olmak üzere, kiminle karşılaşsanız Endülüs adını duyunca yüzüne hüzünle hayranlığın birbirine karıştığı bir duygusal tepkinin yansıdığını görürsünüz. Müslüman bilincinde Endülüslülerin geçmişte ortaya koydukları kültür ve medeniyet hayranlıkla, böyle bir kültüre ve medeniyete beşiklik eden Endü
Hz. Peygamberi'in hadislerini araştırmaya verilen önem, onları nakleden kişilerin kimliklerinin ve durumlarının da araştırılmasını gerekli kılmıştır. Hadislerinin ve durumlarının da araştırılmasını gerekli kılmıştır. Hadislerin sonraki nesillere nakli hususunda sahabenin gösterdiği dikkat, kısa süre içinde hadis rivayetinde sıkı bir şekilde isnat tatbikine dönüşmüş, peşinden sahabe, tabiin, tebeu't-tabiin ve sonraki nesillerden hadis rivayetiyle ilgisi olan binlerce kişi hakkında yapılan araştırmalar netice
Genel olarak batı düşüncesinin mahiyetine ve tarihî sürecine odaklanan bu çalışmada "batı düşüncesi" terimi, batıya has olması bakımından diğerlerinden ayrılan bir düşünce geleneğine gönderme yapmaktadır. burada söz konusu edilen "düşünce" terimi ise, genel olarak düşünmenin ne demek olduğundan ziyade, çoğunlukla "felsefe" ile özdeşleşmiş bir düşünce tarzına yani batılı anlamda felsefe yapma veya düşünme tarzına işaret etmektedir. bu kitapta, "klasik", "modern" ve "çağdaş" ayırımlarına bağlı olarak, tarihî
Beşairü'n-nübüvve, Hz. peygamberin nübüvvetinin önceki ilahî kitaplarda haber verildiğini ifade eden bir kavramdır. Eski geleneklerin ve kutsal metinlerin çoğunda ahir zamanda gelecek bir kurtarıcı inancı bulunmaktadır. Bununla birlikte Kur'an'da böyle bir bilgi yer almamakta, bilakis Hz. muhammed'in son peygamber ve önceki kitaplarda geleceği haber verilen kişi olduğu vurgulanmaktadır. Hz. peygamberin yahudilerin ve hıristiyanların beklediği son kurtarıcı olduğuna ilişkin tartışmalar, erken dönemlerden iti
Semerkant, coğrafik ve stratejik konumu sebebiyle kurulduğu tarihlerden itibaren büyük hükümdarların ele geçirilmeye çalıştığı önemli bir şehir olmuştur. Önemli ticari yolların kavşağı, çeşitli dil, din, kültür ve medeniyetlerin temas noktası olan Semerkant ve içinde bulunduğu Maveraünnehir bölgesi, Türkler'i müslümanlarla yüz yüze getiren ve Türk tarihinin seyrini etkileyen en önemli coğrafya oldu. Semerkant bir asra yakın bir süre Türkler'in İslam'ı ve müslümanları yakından tanımalarında, İslam'ın evrense
Kelam tarihi ile ilgili eserlerde ilk dönem kelam ilmi ile sonraki dönem (müteahhirin) kelam ilmi arasında yöntemsel ayırımlar bulunduğu öne sürülür. Fakat gerçekten de ilk dönem kelam ilmi sonrakinden farklı mıydı? Eğer böyle bir fark varsa, onu farklı kılan unsurlar nelerdi? Batılı araştırmacıların felsefi bir söylem niteliğini taşıdığını söyledikleri ilk dönem kelam ilmini ayakta tutan hangi mantıksal yapıydı? İşte bu sorularla yola çıkan elinizdeki çalışma, kelam ilminin akli temellerini ve mantıki yapı
Tükendi
Hz. Peygamber, son vahyi insanlığa ulaştırırken Allah'ın kelamının inananların hayatına nasıl aktarılması gerektiğini somut ve uygulamalı biçimde göstermiştir. Elinizdeki kitapta onun "sünnet" adı verilen hayat modelinin yanı sıra sünnet kavramının yüzyıllar boyunca üzerine oturtulduğu kuramsal çerçeve tanıtılmaktadır. Ayırca bu çalışmada, on beş asır öncesinin şartlarında yaşanan hayat modelinin, evrensel bir dil ve söylemle daima yeniden üretilişini sağlayan yöntem ve süreçler hakkında bilgi verilmektedir
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 181 kayıt bulunmuştur Gösterilen 100-120 / Aktif Sayfa : 6