Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 280 kayıt bulunmuştur Gösterilen 80-100 / Aktif Sayfa : 5
Osmanlı'nın en güzel kadınlarındandı. Saray ressamı Fausto Zonaro'nun rahleyi tedrisinden geçti. Paris ve Roma'da eğitim gördü. Adını resim sanatına altın harflerle yazdırdı. Padişah hafiyeleriyle, Balkan çetecileriyle, İttihat ve Terakkicilerle boğuştu... Korku nedir hiç bilmedi! Gönlünü kendinden dört yaş küçük olan Yahya Kemal'e kaptırdığında evliydi, iki çocuğu vardı. ?Ela gözlü pars" diye şiirler yazdı ünlü şair onun için. Güzel kadın, hayatında ilk kez bulutların üzerinde uçtuğunu düşündü. Aşkı uğru
Şu dünya üzerinde pek çok yeri gezme şerefine ulaşan zavallı ben, Derviş oğlu Mehmet Zıllî yani Evliya Çelebi, çocukluk yıllarımda Allah’tan hep gezmeyi bana nasip etmesini dilemişimdir. 1630 yılının Ağustos ayında bir Aşure gecesi uyumak için başımı yastığa koymuştum. Yarı uykulu vaziyette iken birden kendimi Yemiş İskelesi yakınındaki Ahi Çelebi Cami’sinde gördüm. Cami kapısı birdenbire açıldı. İçerisi nurlarla doluydu. Oldukça kalabalıktı. Onlarla birlikte sabah namazının sünnetini kıldım. Sonra yanımda
HACİVAT: Vay Karagöz’üm, sana ne oldu böyle. Her yerin mosmor olmuş, geçmiş olsun. KARAGÖZ: Allah müstehakını versin. Başıma ne işler açtın. (vurur) HACİVAT: Yıktın perdeyi eyledin vîran Varayım sahibine haber vereyim hemen. KARAGÖZ: Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola.
Birisi, bir dostunun kapısına gelip kapıyı çaldı. Dostu, -Kapıyı çalan kim, diye seslenince adam, -Benim, diye cevap verdi. Dostu, -Şimdi git zamanı değil. Böyle bir sofra, ham kişinin makamı olamaz. Hamı, ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir, nifaktan ne kurtarabilir, dedi. Adamcağız gitti, tam bir yıl dostunun ayrılığıyla yanıp yakıldı. Yanıp pişerek tekrar döndü, geldi. Dostunun evinin etrafında dolaşmaya başladı. Kapıya varıp, ağzından edepten dışarı bir söz çıkmasın diye yüzlerce korku ile kapıy
Bir gün adamın biri, Nasreddin Hoca’ya bir mektup getirmiş. Ama bu mektup hocanın bildiği bir dilde değilmiş. Hoca mektup almış, evirmiş çevirmiş, bakmış. Sonra adama: -Ben bunu okuyamam, demiş. Adam bunu duyunca kaşlarını çatmış: -Yahu bir de hoca olacaksın, benden utanmıyorsan başındaki kavuktan utan, demiş. Hoca bunu duyunca, kavuğu başından çıkarmış, adamın başına geçirmiş: -Marifet kavuktaysa, al sen oku, demiş.
Ben hep acı içinde yaşayan bir adamım! Bu sıkıntı âdeta kendimi bildiğim anda başladı. Belki daha dört yaşında yoktum. Ondan sonra yaptığım değil, hattâ düşündüğüm kötülüklerin bile vicdanımda tutuşturduğu sonsuz cehennem sıkıntıları içinde hâlâ kıvranıyorum. Beni üzen şeylerin hiçbirini unutmadım. Evet, acaba dört yaşımda var mıydım? Ondan önce hiçbir şey bilmiyorum. Bilinç, başımıza nasıl yakmayan bir yıldırım gibi düşer. Tolstoy, daha dokuz aylık bir çocukken kendisinin banyoya sokulduğunu hatırlıyor. İl
Bir söz diyeyim sana, Dinle canın var ise Hiç tama eyleme Aklın sana yar ise. Manide getirmişler, Kardeşten dost üstündür Oğuldan dahi tatlı, Eğer doğru dost ise. Gördün dostun eğridir, Nen var ise ver kurtul Ululardan öğüttür, İşittiğin var ise.
Üç Ok, Boz Ok toplanıp buluşsalar Kazan evini yağmalatırdı. Kazan yine evini yağmalattı. Amma Dış Oğuz beraber bulunmadı. Sadece İç Oğuz yağmaladı. Ne zaman Kazan evini yağmalatsa helallisinin elini tutar, dışarı çıkardı, ondan sonra yağma ederlerdi. Dış Oğuz beylerinden Aruz, Emen ve diğer beyler bunu işittiler, dediler ki: “Bak bak, şimdiye kadar Kazanın evini birlikte yağma ederdik, şimdi niçin birlik olmayalım” dediler, Bütün Dış Oğuz beyleri, birleşip Kazana gelmediler, düşmanlık eylediler.
Her çocuk, bence zevkle okumaya değer meraklı bir kitap; karşısında uzun uzun, hayran hayran düşünülecek bir bilinmeyenler âlemidir. Yirmi bir yıldan beri bu kitapları yaprak yaprak,satır satır okumaya ve anlamaya çalışıyorum. Fakat hâlâ "Çocuk" adlı kitapla anlayamadığım, sökemediğim cümlelere rastladığım olur. Bu itirafımdan sonra, okuyucularım bu eserde, tecrübelerin belki haklı; fakat herhâlde soğuk ve tatsız gururunu elbette aramayacaklardır. Hayır, sevgili okurlarım elinizdeki kitap, ağırbaşlı, psi
Tükendi
Bilinir ya, Anadolu efeleri uşaklarıyla gezer. Hâlbuki bu efe tek başına.... Yanına uşak filan almaz. Başvuranları ters yüzüne çevirir. İşte bunun için köylüler ona "Yalnız Efe" derler. Tam on beş sene! Yalnız Efe'nin yüzünü kadınlardan başka kimse göremez. Dağda erkeğe rasgeldi mi uzaktan, "Gözlerini yum!" diye bağırırmış. Sonra yanına gelirmiş. Kim gözünü açarsa hemen öldürürmüş. Gözünü açmayan erkeğe, "Size zulüm eden kim? Rüşvet alan memurunuz var mı?" diye sorarmış. Onun korkusundan kazada kimse kötü
Mimari yapıtlar, çok çirkinliği, çok aykırılığı kaldıramaz. Gülünç bir resim tablosuna bakmadan, fena bir şiiri ya da uyumsuz bir müziği dinlemeden bunların yararlı olmayan etkilerinden ruhumuzu koruyabiliriz; fakat fena mimarın yapıtından sakınmak kolay bir iş değildir. Beceriksiz bir düşlem, yoksul bir ruh, yol ortasına dikilmiş taştan koca bir biçime dönüşünce, bütün bir kentin sağlığını, kuşaklarca bozmak gücünde bir çekince olur.
Tükendi
İngiliz centilmen Phileas Fogg, üye olduğu kulüpteki arkadaşlarıyla 80 günde dünyanın etrafını dolaşacağına dair iddiaya girer. Uşağı Parisli Passepartout'yu yanına alarak hiç vakit kaybetmeden yola çıkar. Bahsi kazanabilmesi için 21 Aralık 1872 Cumartesi günü saat 20:45'te kulüpte olması gerekmektedir! İngiltere Bankası'nın gözüpek hırsızı olduğu sanılan Phileas Fogg, bütün yolculuğu boyunca tutuklama emri bir türlü eline geçmediği için onu tutuklamayı başaramayan müfettiş Fix tarafından takip edilecekt
JackLondon, okuyucuyu melez bir anne ve safkan bir babadan doğan bir kurt yavrusu üzerinden, doğanın ve hayatın kökenine kadar inen eşsiz bir maceraya davet eder. Vahşi Doğa'nın keskin ve acımasız kuralları karşısında bir canlının nasıl tavır aldığını, şartların o canlıyı nasıl biçimlendirdiğini, içgüdülerin ve edilgenliğin bu biçimlenişteki payını anlamak için bir fırsat sunar London. Üstelik daha da derinlerde tüm bu vahşiliğin yanı başında duran insanın ve insandan yola çıkarak toplumdaki her türlü uzl
Dil işçisi ve üslup kurucu özellikleriyle Servet-i Fünûn döneminin en önemli yazarlarından olan Halid Ziya Uşaklıgil'in ?Türk romancılığının babası" olarak anılmasını sağlayan Mai ve Siyah 1897 yılında tefrika edilmiştir. Batılı anlamda ilk Türk romanı olan Mai ve Siyah dönemin sanat yaşamını, eski-yeni kavgalarını kahramanı Ahmet Cemil'in hayallerle, aşırı duygusallıklarla bezenmiş karamsar bir ruh haliyle anlatır. İnsanın hayat karşısındaki çaresizliğini güçlü bir şekilde veren Mai ve Siyah, Ahmet
"...Yeter bunca soru! Onlar ne güzel bilinçaltında uyuyordu. Ne demeye gün ışığına çıkarmalı onları? Karanlık, üzücü şeyler bunlar... Etkileri de öyle... İki sayfa yazı yerine, iki saat yaşamak daha iyi demeyin! Yazı daha yoksul, ama daha açıktır..." Kalemi hem açık hem de zengin bir yazar olan Kafka, eserlerini Çek diline çeviren ve ne yazık ki evli olan Milena'ya duyduğu derin aşkın imkânsızlığında çırpınırken ortaya bu mektuplar çıkmıştır. Mektupların her bir satırı, ateşe uçan bir pervanenin kanat vuru
Tükendi
"Satranç aşk gibidir. Tek başına daha az eğlencelidir." Stefan Zweig'in Brezilya'da sürgündeyken yazdığı Satranç, rastlantı sonucu eline geçirdiği bir kitapla satrancın inceliklerini öğrenen Dr. B. ile Dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic'in kapışmasını anlatan bir öykü gibi görünse de aslında Zweig'in bir veda mektubudur... Stefan Zweig, Avrupa kültürünün Nazi tehlikesi altında yok oluşuna işaret ettiği bu öyküyü tamamladıktan bir kaç ay sonra intihar etmiştir.  "Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaş
"Ah benim kulaklarim, vah benim biyiklarim... Eyvah, geç kaldim!" Beyaz Tavsan'i takip edip, Alice'le beraber tavsan deliginden asagi düsmeye hazir misiniz? Tüm zamanlarin en unutulmaz hikâyesi Alice Harikalar Diyarinda, sizi Harikalar Diyari'nin o büyülü dünyasina davet ediyor. Sapkaci ve Mart Tavsani ile çay içip, Gülkedisi ile sohbet ederken, bir kez daha bu garip diyarda her seyin mümkün olduguna sahit olacaksiniz.
Tükendi
Kutadgu Bilig 11. yüzyılda Yusuf Has Hacib tarafından kaleme alınmış bir mesnevidir, bir siyasetname, bir nasihatname; kutluluğa ulaştıran bir tiyatro örneği, bir münazara hatta bir manzum roman. O, hükümdardan vezire, zanaatkârdan hizmetçiye okuyup anlayabilen herkesin bir şeyler bulabileceği bir felsefe kitabıdır. O; adaletin, mutluluğun, aklın ve akıbetin somutlaştığı ölümsüz bir eserdir. Eserin tamamında insanı kutlu kılacak değerler, akıl, bilgi, adalet, doğru kanun, dürüstlük ve bunlara sahip olması g
Tükendi
Gerçekçi bir dille yazılmış olan İntibah, aşırı korumacı bir aile tarafından yetiştirilen bir delikanlının yaşamın zorluklarıyla başa çıkamaması ve gerçek dünyaya uyum sağlayamamasını konu alır. Roman akıcı bir anlatıma sahiptir. Yaşanan olaylar karşısında soğukkanlılığını koruyamayan, pek düşünmeden ani kararlar veren delikanlı, hem kendisinin hem de sevdiklerinin hayatını mahvedecektir. "Son pişmanlık fayda etmez" şeklinde özetlenebilecek olan olaylar dizisi, dönemin yaşam tarzı, alışkanlıkları ve artık g
Servet-i Fünun neslinin, sanat, edebiyat ve tercüme hakkındaki görüşlerinin anlatıldığı Mai ve Siyah romanında aslında hayal ile gerçek arasındaki çatışma ön plandadır. Mir'at-i Şuûn gazetesinin kuruluşunun 10. yılı için Tepebaşı'nda verilen yemeğe gazetenin yazar ve yöneticileri katılır ve o gece "bârân-ı elmas altında mai bir gece" yaşanır. Hüseyin Nazmi ile çok iyi arkadaş olan Ahmet Cemil, onun şiirlerinin yeni bir şiir akımına öncülük ettiğini ileri sürer. Eski şiir taraftarı Raci ise şiirdeki bu yenil
Tükendi
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 280 kayıt bulunmuştur Gösterilen 80-100 / Aktif Sayfa : 5