uzun boylu değilim
uzun lafın kısası türünden
ağzımda lafları yuvarlar dururum
anlaşılmaz.
yakışıklı ve bilge birilerine benzetse de birileri
ben haddimi bilirim
dalga geçerim kendimle.
bir ayağım çukurda
üstelik çukurda olan ayağımın baş parmağı kırık.
nedenini bilmem ama kadınlar sever beni
ama kadınların sezgisinin gücünü bilirim
adamdan anlarlar,
her ne kadar adamdan saymasam da kendimi.
Onun da düşleri vardı. Trenlere yüklenip gönderilen. Sonra geniş, kalabalık, hareketli alanları görüp yine dönmek zorunda kalan. Düşleri kendinden uzağa düşmezdi kızın. Bindirse de hepsini trene, bir sonraki istasyondan dönüveriyorlardı. Döndüklerinde yakışıklı bir gencin yüzünde olurlardı, iyi giyimli birinin gösterişli bavulunda dururlardı, güzel günler görmüş bir kadının kibar omuz çantasında saklanırlardı. Kimi zaman el ele tutuşmuş iki sevgilinin avuçlarının sıcaklığında uyurlardı.
Bilim ve felsefenin en temel sorunu "Öteki", özlemini duyduğumuz, ulaşmak istediğmiz üst kimlik arayışımızdır. Bu arayışın neden olduğu "öteki nevrozu" dengelenemediğinde, şizofren bir kimlik açığa çıkıyor.
Golatkin`i bir gölge gibi izleyen, hayalet gibi etrafında uçuşan, "Öteki", tüm insanlığın günlük toplumsal yaşamında, hasta edici bir fren ya da geliştirici itici bir güçtür.
Yayınevimizin isim babası olan Dostoyevski`nin "Öteki" romanının okurken, sanatın anlatım gücünün, bilimin ve felsefenin anlatım
“Bizans romanları yazmaya devam et Alp. Sen Bizans tarihinin benden bir sonraki nesil yazarlarından birisin. Ben tarihi iyi inceledim, yazdım. Sen üstüne çok güzel romanlaştırıyorsun. Bu seninkisi önemli bir yetenek.” Byzantinolog Radi Dikici ‘
Bizans Yolunda Mahşerin Dört Atlısı’ kitabı yazarın ‘Metamorfoz Günlükleri’ ve ‘Aşkın Bizans Hali’ romanlarından sonraki üçüncü romanı (tarihi fantastik kurgu novella). İlk iki kitabının özellikle akademi çevrelerinden, tarih öğrencilerinden ve ‘Bizans Tarihi’ne m
ne muhteşem sıfatlarla seviyoruz onları
gerçeğin düşte eriyişi ruhun aşkta
anam bacım sevdam canım cananım
sonra birden araflaşıyor aklımız
gam kasavet ve gizli oyunlarıyla cehalet
kaburga kemiği hikayesi ve bilcümle safsata
dördün bire armağanı kadınbudu köfte
ve tanıklığı geçersiz dulavratotu
çok sevdiği için çok ama çok
her gün birkaçını vuruyor
dişi kuş vurmaya alışkın yüreğimiz
bu da gelir bu da geçer ağla ki
meme vermez yoksa gökler yerlere
Çarpıcı, kışkırtan, ilerledikçe yüzünüze yumruk atan bir roman. Yaşadığı çağın en cesur yazarlarından biri olan Joyce, kendisini dünyanın en iyi yazın ustalarından biri yapan –tıpkı diğer eserlerinde olduğu gibi- bu eserinde de bizleri düşüncenin en uç noktasına taşıyor. Eleştiriyor, tekrar tekrar okutuyor belki de cümlelerini. Zor bir kapı kendisininki. Birkaç defa çalmak gerekiyor Joyce’nin evinin tokmağını. Çalmak ve mutlaka içeri girmek gerekiyor…
Hislerimi ruhumun en ücra köşelerine gömüp seninle o şekilde arkadaşlık edeceğim. Tabii sen de benimle arkadaşlığını devam ettirmek istersen. Senden hoşlandığımı bu şekilde itiraf etmiş bulundum. Seni ilk gördüğüm günden beri bu duyguların esiriyim. Platonik de olsa sana aşık olmak çok güzel bir duygu. Ben hayatımda ilk defa aşık oldum. Bu duyguyu ilk defa tattım. Bu denli güçlü bir duygu olabileceğini tahmin etmemiştim. Emin ol bu duyguyla hemhal iken bununla başa çıkmak imkânsız. Her anımda yanımdasın, dü
Bölgenin kaderiydi bu, parayı veren istediği kızı satın alabiliyordu. İnsanoğlunun var edildiği bu topraklarda kadının zerre kadar önemi yoktu. Bazen sağır ve lâl, bazen de kimsesiz ve çıplaktı kadın. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin başladığı an, kadının ikinci plana itildiği kültürle başlar aslında. Kadının sadece fiziksel varlığı vardır bu topraklarda. Bilinci, düşünceleri, tercihleri, istekleri yoktur…
…“İmparator halkını doğru bir biçimde yönetmiyordu. Hakkaniyetinden ayrılmış, doğruyu eğriyle karıştırıyordu. Devletin kurallarına önem vermiyordu. Halkının sosyal haklarına, vicdanına kulak asmıyor, değer vermiyordu. Her şeyi menfaati için yapıyordu. Papa ise kendi sorumluluğunu unutmuştu. Dünyevi gücü de elinde tutuyordu. Her ikisi de dini devlet işleriyle karıştırıp kendi menfaatleri için kullanıyorlardı. İnsanlığın iki güneşi olan bu iki rehber halkına zarar veriyordu. Halk da başıboş koşan atlar gibi y
Her yeni şiir kitabında kendini aşan Özgür Laleoğlu için zarlarımı bir kez daha atıyorum. Şiir yoldaşlığı adına. Cezmi Ersöz Coşkuları, sevgiyi, hüznü ve özlemleri doğaya savurmanın, insana dokunmanın başka yoludur şiir. Şiir aşktır. Bir insandan diğer bir insana akan sevgidir, öfkedir, hicivdir, sanatsal meydan okumadır. Özgür Laleoğlu’nun şiirlerinden bize ulaşan o güzel duygulardan, coşkudan etkilenmemek mümkün değil. Kemal Siyahhan
Bu kitapçık, bir süredir ekşi sözlük için yazmakta olduğum kimi yazılardan (ekşi sözlük jargonuyla entry’lerden) oluşan bir seçki olup, Sokrates’ten Lacan’a; Simurg’dan Corona’ya kadar geniş bir konu yelpazesine sahiptir. Ayrıca, denemelerin arasına “ara sıcak” mahiyetinde ilginç meseller de serpiştirilmiştir. Elimden geldiğince, anlaşılabilir bir üslupla yazmaya özen gösterdiğim bu ekşi sözlük denemelerini, umarım okurlar ekşi ya da kekre bulmazlar.
Karanlık mıydı? Belki de her şey. Herkesin nefes alışı mesela. Herkesin ağrısı, sancısı… Tanrı bazen insan kaderini derin bir çizgi hâline getirir. Sussan olmaz. Ya da bağırsan, haykırsan, ağlasan, sızlasan… Olmaz…
Cemal Cengiz Gürkan şiir evrenimize “Alaca Kuş Ağıtı” adlı kitabıyla girmişti. İlk kitap için oldukça güzel şiirler söylüyordu. “Boynunu büken bir çiçeğin duruşuyla”, “kayıt düşüyordu defterine”. “Gülü yudumluyordu”. Vicdanın ve derinden derine bir başkaldırının şiiriydi Alaca Kuş Ağıtı. İkinci kitabında yatağını derinleştirerek geliyor sevgili Gürkan. Daha kısa ve daha yoğun şiirler söylüyor. Suları daha gümrah... “Gözyaşının yanında haddini bilen okyanustur şiir”, diyor bir dizesinde. Öyledir! İkisi de tu
özlüyorum zaten yanındayken de özlüyordum ki
kâh içime alıyorum kokunu gözlerini gülümsemeni
kâh yanımda oturtuyorum her halini
yine de senin yerini tutmuyor
o kahrolası uzaklık duygusu işte
elimi uzatıp dokunmadığımdan oluyor hepsi nedense
Semerlerin dili olsa neler anlatır neler. Acılar, yokluklar, sıkıntılar bazen sırttaki semere yüklüdür. Kemal Siyahhan İstanbul'un önemli ticaret merkezlerinden olan Sultan Hamam'da hamalından işadamına kadar oradaki ahalinin yüklendiği sorumlulukları, endişeleri, yaşama dair beklentileri ve korkuları su yüzüne çıkarıyor. Hamal, başka bir dünyanın yazılı olmayan kurallarını samimiyetle yansıtan bir roman. "İlkokul biter bitmez iki yıl mahalledeki bakkala takılıp çıraklık ettim. Sonrasında mahalledeki parça
Tüfeği düşündü sonra, "Av tüfeği olmaz," dedi. "Göçerler o yıllarda olsa olsa mavzer taşır," diye düşündü. Elinden av tüfeğini aldı, yerine dipçiği ceviz ağacından, namlusu süt beyazı bir mavzer verdi. O adamı tıpkı Kirli Sakallı Rehber gibi av peşine düşürdü. Av olarak bir maral düşledi. Belki yanında bir yavru olmalıydı, annesini emen bir yavru... Ulu meşe ağacı geldi aklına, Mustafa ve annesi Turna geldi sonra. Kutsal ağacın yeşili, Turna'nın süt damlayan memesi; yine gözünün önüne geldi, Mustafa'nın o i
yürüdükçe yüzleri maskeli insanlar çıktı karşıma
sokak köpeklerini jurnalleyen monologlar çıktı
yolun karşı tarafı çiftlere ayrılmış bando cümbüşü
bu tarafı fi tarihinden yazgılı, serkeş
başım gözüm üstüne
bir tohumu bahar düşünden uyandıracak
Toplam 264 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.