Öyle dalgındı ki kendisine yaklaşan ayak seslerini duymadı. Birden kendini bir balık ağının içinde buldu, ardından da gözleri karardı.
Haydutlar, onu başına vurarak bayıltmışlardı. Kendine geldiğinde, ellerinin ve ayaklarının sert bir halatla sıkıca bağlanmış olduğunu hissetti. Gözleri de siyah bir bezle kapatılmıştı. Dolayısıyla nerede olduğuna dair en ufak bir fikri bile yoktu.
Peki, ona bu kötülüğü yapan kişiler kimdi? Bunu hırsızlık amacıyla mı yapmışlardı?
Basit bir balıkçı kayığını soymayı kim iste
Sonunda elini kursaktan dışarı çekti ve yakaladığı şeyi havaya kaldırdı.
Bu sırada John Watkins bir çığlık attı:
"Güney Yıldızı!"
Evet! Elmas, parlaklığından hiçbir şey kaybetmemiş olarak sapasağlam bulunmuştu. Elmas, pencereden giren ışıkta bir yıldız gibi parıldıyordu!
Yalnız tuhaf olan bir şey orada bulunanların dikkatini çekmişti. Elmas rengini değiştirmişti.
Önceden siyah olan Güney Yıldızı, şimdi pembe bir renge bürünmüştü.
Görünen böyle olsa da gizemli bir varlık, gece olup da herkes kulübesine gittiğinde karanlıklara dalıyordu. Madenin içinde dolaşıyordu. Peki, hangi varlık sessizce ve dikkatle kulübeye doğru gidiyordu? Neden kulağını pencereye dayayarak tüm konuşulanları dinliyordu? Bazı sesleri duyduğunda neden yumruklarını sıkıyor ve öfkeleniyordu? Neden ağzından şu sözler çıkıyordu? "Onlar beraber olamazlar! Asla!" Acaba bunları söyleyen kimdi?
"Benim adım Karl," dedi genç adam, "Kardeşimin adı ise Pieter. Gördüğünüz gibi biz ikiziz. Bize ‘Kip Kardeşler' derler. Hollandalıyız." "Yoksa Wilhelmina'nın yolcularından mıydınız?" diye sordu Kaptan merakla. "Evet efendim." yanıtını verdi Pieter, "Bunu nasıl anladınız?" "Geminizin kayıp olduğunu duymuştuk." dedi Kaptan, "Aslında buraya onu aramak için gelmiştik." "Çok düşüncelisiniz efendim." dedi Karl, Kaptan'a minnet dolu bir bakış atarak, "Ne yazık ki gemimiz on beş gün önce korkunç bir kaza geçirdi."
"Aman Tanrım!" dedi Godfrey heyecanla, "Burası bir ada!"
Her seferinde gözlerini ovuşturarak, dört bir yana tekrar ve tekrar baktı. Hayal
görmediğine emindi artık; gerçekten de bir adaya düşmüştü.
Kendini bir an Robinson Crusoe gibi hissetti, kalbi pır pır atmaya başladı. Ne var ki bu
heyecan fazla uzun sürmedi. Robinson, düştüğü ıssız adadan kurtulmayı başarmıştı.
Peki ya kendisi bunu başarabilecek miydi?
Genç adam adayı dikkatlice incelemeye başladı. Orta kısımda kalın gövdeli, heybetli
ağaçlardan oluşan
Uzun kutup geceleri sırasında, her iki kutupta da görkemli bir aydınlığa neden
olan ışıklar vardır. Bunlar, Aurora Borealis (Kuzey Kutup Işıkları) ve Aurora
Australis (Güney Kutup Işıkları) olarak adlandırılırlar.
Bu ışıklardaki olağanüstü renklerin oluşması da elektrik yükü ile ilgilidir. Güney
Kutbu'ndaki bu dev sfenks, bir mıknatıs olmalıydı. Bulunduğu yer, onu
mıknatısa çevirmişti. Buranın manyetik kutup bölgesi olduğundan tam olarak
emin olamamıştık. Ama pusulamızın iğnesi tek bir noktada duramıyordu;
Vasquez'i, arkadaşını yüreklendiren bir canlılıkla konuşurken duymak gerekirdi.
Vasquez sözlerine şöyle son verdi:
"İşte oğlum, tam kırk yıldır, Dünya'nın tüm denizlerinde, miço, tayfa, tayfabaşı
olarak dolaştım. Şimdiyse emeklilik yaşı geldi ve bir fenerin bekçiliğinden daha
iyisini düşünemezdim kendim için, üstelik de ne fener!..
Dünyanın Ucundaki Fener!.."
Gerçekten de bu uzak adanın bir ucundaki, tüm yerlerden uzak bu fener için bu
ad çok uygundu!
Doktor Ox'un Fantastik Deneyi Jules Verne'nin hayal gücüne aşina olanları dahi şaşırtacak bir eserdir. İnce
bir mizahla sakinlikten, itidal ve yavaşlıktan, barış içinde yaşamaktan ötürü elle tutulur hiçbir olayın vuku
bulmadığı, kentin yöneticileri ve kamu görevlilerinin bile yaşamları boyunca inisiyatif kullanmadan, hiçbir önemli
karar almadan bu dünyadan göçüp gittiği Quiquendone (kurmaca bir kent) kentinin aydınlatma işlerini hiçbir
ödenek talep etmeden Doktor Ox ve asistanı ne tür bir değişimi tetikleye
Oturanlar, Bayan Campbell'in dayıları Sam ve Sib kardeşlerdi -vaftiz adlarıyla söylersek Samuel ile Sebastian.- Atadan İskoçyalı,
Yukarı İskoçya'nın en eski soylarından birinin torunları olan bu iki kardeşin yaşlarının toplamı yüz on ikiydi, ağabey Sam ile
küçük kardeş Sib arasında on beş yaş vardı.
Onurun, iyi yürekliliğin, Tanrı'ya adanmışlığın canlı simgesi bu iki kardeşi şöyle birkaç çizgiyle anlatmak gerekirse, bütün
yaşamlarını yeğenlerine adadıklarını söylemek yeterlidir. Onlar, Campbell&
Onu ilk kez, 20 Temmuz 1866'da Governor Higginson isimli gemi, Avustralya açıklarında gördü. Kalküta'dan kalkan
Kaptan Baker yönetimindeki başka bir gemi de, onu haritalarda olmayan bir kum seti sandı. Ancak yaklaştıklarında; iki su
sütunu aynı anda fışkırmaya başlayınca, kum seti olmadığını anladılar. Metrelerce yükseğe fışkıran suları görünce Kaptan
Baker:
— Eğer bu, sıcak su püskürten bir kaynak değilse, bilinmeyen bir deniz canlısı olmalı, dedi.
Şaşkınlık ve korku gözlerinden okunuyordu.
Bu ilgi
1872 yılında, Burlington Gardens'ın Saville-row sokağındaki 7 numaralı evde - 1814'te, Sheridan bu evde ömrünü
tamamlamıştı - dikkati çekmek için hiç bir çaba harcamıyormuş gibi durmasına rağmen, Londra Reform Kulüp'ün en garip, en
gözde üyelerinden Phileas Fogg oturmaktaydı.
Böylece, İngiltere'ye onur veren en büyük konuşmacılardan birinin yaşadığı evde şimdi Phileas Fogg kalıyordu. Soylu
İngiliz toplumunun en yakışıklı, en çelebi kişilerinden biri oluşundan başka hiç kimse pek bir şey bilm
İki direkli bir hafif yelkenli olan Pilgrim, 2 Şubat 1973'te, Greenwich meridyenine göre 43°57' güney enlemiyle
165°19' batı boylamında bulunuyordu.
Çok uzun bir zaman avlanmak üzere güney sahillerinde San Fransisko'da donanmış olan dört yüz tonluk bu gemi,
Kaliforniyalı zengin armatör James W. Weldon'a ait olup, yıllardır kaptan Hull tarafından yönetiliyordu.
Hızlı ve bakımlı bir gemi olan Pilgrim, sahibinin her mevsim güney kutbundan, kuzey denizlerine kadar, dünyanın
her tarafına yolladığ
Elma Yayınevi, daha önce üç kitaplık bir seri halinde yayımladığı Jules Verne'in eşsiz öykülerini şimdi tek kitapta sunuyor okuyucusuna.
Jules Verne meraklılarına, koleksiyonculara, bir zamanların birbirinden heyecanlı serüvenlerine ve daha birçok sıradışı hayata tanık olmak isteyenler için özel tasarımı ve Dünya Klasiklerine yakışan kapağıyla Öyküler-Jules Verne sizlerle...
Türkçede ilk defa Elma Yayınevi tarafından yayımlanan bu öyküleri okurken göreceksiniz ki Jules Verne'nin sonsuz hayal gücü bir kez
İstanbul'un Tophane Meydanı, on dokuzuncu yüzyılda son derece hareketli, insanların karınca gibi kaynaştıkları bir
yerdi.
Ancak 16 Ağustos 1880'de, tarihi meydanda bu alışılmış görüntü yoktu.
İki yabancı Hollanda'dan geliyorlardı. Van Mitten, dünyaca ünlü bir tüccardı. Kendisi gibi su katılmamış bir
Hollandalı olan uşağı Bruno ise, efendisine en iyi şekilde hizmet edebilmek için her şeyi yapabilecek bir adamdı.
Van Mitten, tütün ticareti yapıyordu. Mitten'in İstanbul'daki en güvendiği me
Santa Fe Hücumbotu'nun güvertesinden güneş batmak üzereyken bir top sesi duyuldu ve Arjantin Cumhuriyeti'nin
bayrağı, rüzgârda dalgalanarak mizana direği tepesine çekildi. Aynı anda, Santa Fe'nin demirli bulunduğu Elgor
Koyu'nun arkasındaki fenerin tepesinden, güçlü bir ışık saçıldı etrafa.
Fenerin yapımı için getirilmiş olan işçiler, hemen Santa Fe gemisine alındılar ve karada üç bekçiden başka kimse
kalmadı.
Üç bekçiden biri, nöbet odasında görevi başındaydı. Diğerleri ise kıyıda derin bir sohbete
O gün çok rüzgârlı bir gündü. Fırtına bütün gün sürmesine rağmen, zamanla daha da şiddetlenmişti. Uzaktan bakıldığında,
küçücük görünen ve bir batıp bir çıkan tekne, aslında tonlarca ağırlığındaydı. Ancak o koca gövdesine rağmen, dalgalar
arasında minik bir kayık gibi savrulup gidiyordu.
Slugi adlı bu teknedekiler, hayatları boyunca unutamayacakları bir gün yaşıyorlardı.
Teknenin arka güvertesinde, biri on dört, diğer ikisi on üç yaşlarında üç çocukla, on iki yaşlarında zenci bir miço,
dümene sımsıkı yapışm
Birleşik Devletler İç Savaşı sırasında, Maryland Eyaleti'nin göbeğindeki Baltimore kentinde, son derece etkili
yeni bir kulüp kuruldu. Gemi sahiplerinden, tüccarlardan ve makinistlerden oluşan bu halktaki askerlik
içgüdüsünün ne büyük bir hızla geliştiğini hepimiz biliriz. En sıradan tüccarlar tezgâhlarının üstünden
atladıkları gibi, West Point'teki uygulama okullarından geçmeden yüzbaşılığa, albaylığa, generalliğe
başlayıverdiler: "Savaş Sanatı"nda kısa sûrede eski kıtadaki meslektaşlarına yetiştiler ve on
Üniversitede madencilik konusunda dersler veren amcam, tamamen kendine has bir kişilikti. Ancak bu dersleri kendisi için veriyordu diyebiliriz. Çünkü amcam ders anlatırken kendini kaç kişi dinliyor, öğrencileri derslere geliyorlar mı, devam etmeyen var mı gibi konularla hiç mi hiç ilgilenmezdi. Ders anlatırken amfide millet üst üste çıksa, sağda solda gırgırdan geçilmese, inanın amcam bunu fark etmez. Buna karşın amfide in cin top oynasa amcam bunun da farkına varmaz. Latince sözleri art arda sıralar durur.
Birleşik Devletler İç Savaşı sırasında, Maryland Eyaleti'nin göbeğindeki Baltimore kentinde, son derece etkili yeni bir kulüp kuruldu. Gemi sahiplerinden, tüccarlardan ve makinistlerden oluşan bu halktaki askerlik içgüdüsünün ne büyük bir hızla geliştiğini hepimiz biliriz. En sıradan tüccarlar tezgâhlarının üstünden atladıkları gibi, West Point'teki uygulama okullarından geçmeden yüzbaşılığa, albaylığa, generalliğe başlayıverdiler: "Savaş Sanatı"nda kısa sürede
eski kıtadaki meslektaşlarına yetiştiler ve on
Dayısı William W. Kolderup'ın San Francisco'daki otelinde rahat içinde yaşayan Godfrey Morgan'ın en büyük hayali evlenmeden önce tek başına dünyayı gezmektir. Okuduğu kitapların etkisiyle, ıssız bir adada yaşam mücadelesi vereceği günleri bile düşlemektedir. Sonunda dayısı ve nişanlısının iznini, yanına da adabımuaşeret öğretmeni Tartelette'i alarak hayallerini gerçekleştirmek üzere yolculuğa çıkan Godfrey'yi türlü türlü macera beklemektedir.
Jules Verne'in Daniel Defoe ve David Wyss'den ilhamla yazdığı Ro
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.