Bugün bulunduğumuz noktadan Engels'in çalışmalarına ve Engels sonrası yürütülmüş olan tartışmalara baktığımızda felsefi ve doğa bilimsel alanlarda çeşitli soruların çeşitli düşünürleri kuşaklar boyunca meşgul ettiğini, bu sorulardan bazılarının dar görüşlü ve gerçek bir vizyondan yoksun polemiklere hapsolup kaldığını, ama hakiki soruların Marksist dünya görüşünün ufkunu genişletebildiğini gördük. Güncel bilimsel ve felsefi sorular ışığında bizim için Engels'te esas odaklanılması gereken yanlar, diyalektik m
Kavramların ortaya çıktığı ve geliştiği kavrama sürecini özbilinçli bir düşünme edimi haline getirme ve bu düşünce tarzının siyasi kuramla sınırlanmak yerine doğa bilimlerine de uygulanabileceğini gösterme çabası, Engels'in diyalektiğe atfettiği önemi az çok özetler. "Diyalektik, bugünkü doğa bilim için en önemli düşünme biçimidir, çünkü ancak o, doğada ortaya çıkan evrim süreçleri, genel olarak iç bağıntılar ve bir araştırma alanından ötekine geçiş için benzeşimler ve bununla birlikte açıklama yöntemleri v
Savaşlar, sürgünler, yoksulluk, kitlesel açlık, küresel iklim değişikliği, kuraklık derken peşi sıra gelen pandemi… Geçtiğimiz yüzyılın bugüne devrettiği emperyalist kapitalizmin bakiyesi. Tüm bu ekonomik, sosyal, politik ve çevresel tahribatın tetiklediği bir başka olgu da dünya üzerinde hareket eden 272 milyonluk bir göçmen nüfus. Küresel iklim değişikliğinin yarattığı atıkların biriktiği ‘Yedinci Kıta’ya ek, küresel sermayenin ürettiği felaketlerden kaçan göçmenlerin aktığı yüzer gezer bir ‘Sekizinci
Senem Oğuz, bu kitapta Türkiye'de emek çalışmaları alanına üç boyutlu, önemli bir katkı yapıyor. İlk
olarak Marx'ın kapitalizm çözümlemesinin kuramsal kilit taşlarından biri olan yedek emek ordusu
kavramını açık-seçik biçimde tanımlamayı üstleniyor. Bu, güç bir iştir. Kav-ramın kuramsal çerçevesi
öncelikle Kapital'de çizilmiş; hem orada, hem de Marx'ın diğer yapıtlarında tarihsel ve görgül bilgilerle
bütünleşmiştir. Oğuz da açıkça hatırlattığı gibi yedek emek ordusu olgusunu Engels ilk önemli yapıtında
tesp
Taner Akpınar'ın göç ve göçmen işçilik olgusunu açıklarken kullandığı kavramlar ve kuramsal
yaklaşımı ana akım göç literatüründen önemli ölçüde farklıdır. Göç yazınının kavram seti geniş ölçüde
uluslararası kurumlar tarafından belirlenmektedir. Türkiye göç yazınının önemli bir bölü-mü bu kavram
setini ve kuramsal çerçeveyi sorgulamadan kabul etmiştir. Bu kavram seti olgunun açıklanmasından
ziyade çatışma ve gerilim noktalarını gizleme işlevi görmektedir. Akpınar'ın benimsediği yaklaşım ve
kullandığı kavraml
Almanya'da 2000 yılında Enver Şimşek'in öldürülmesiyle başlayan, on bir yıl boyunca on kişinin katledildiği NSU cinayetleri hem Alman devleti hem de istihbarat örgütleri tarafından görmezden gelindi. ‘Döner cinayetleri' olarak anılan, sıradan bir mafya hesaplaşması denilerek kurban ailelerinin türlü sebeplerle suçlandığı cinayetlerin Neonaziler tarafından işlendiğinin ortaya çıkmasıyla bir yüzleşmenin de eşiğine gelindi. ‘Yüzyılın Davası' olarak anılan NSU cinayetleri davasında istihbaratın cinayetlerdek
İstanbul denince aklımıza neler gelir? Bazen iki yakayı birbirine düğümleyen bir Boğaz ya da mavinin yerini yer yer yeşile devrettiği bir yarımada, yarımadanın incisi Haliç ve daha nice tarih kokan yerler…Bugün tarihi ve coğrafyasıyla İstanbul’un bu eşsiz güzelliği yara almaya devam ederken tarihi doku, yaşam biçimi, kültürel yaşamı, doğası, kentin yoksullaşması pahasına ekonomik, endüstriyel ve toplumsal konumu hiçe sayılarak “kentsel dönüşüm”lerle plansız yapılanmalarla yok edilmektedir. Adnan Özyalçıner
“Yaklaşık sekiz yıl önce Müzik ve Bir Arada Yaşam yolculuğuma başladığım an biliyordum ki müzik sayesinde bir araya gelmek gibi basit bir eylem bile muazzam bir etkiye sahip olabilir. Görünürde düşman olanlar birlikte müzik yaptıklarında, bir grup diğer grubun müziğini dinlediğinde ve hatta hiç akla gelmeyecek insanlar yan yana gelip birlikte çaldıklarında tüm kalıp yargılar ve düşmanlıklar tuz buz olur. Herkesin hayatı değişir, müzisyenlerin ve halkınki azade değildir.Bu kitaptaki her bir müzisyen, yoksu
Bir kapı açılır karanlıktan; sonu karanlık mı, aydınlık mı bilinmez... Mecbur ediliriz kirli kahverengiye, o kirden arınmak bizim elimizde. Araf, Enes, Alan, Roni, Sterâ ve diğerleri... Bir tarih yazıyor bu kitapta, bir tarih yazılıyor. Mevsimi kahverengiye çevirmek isteyenlere karşı direnmenin, vazgeçmemenin, dostluğun, aşkın, kültürün ve dilin tarihi. Tüm yaralar sarılacak elbet bir gün. "Gözlerim elli kişiyi örten kahverengi battaniyelerde takılı kalıyor. Kirine, kokusuna rağmen sarınmaya mecbur edild
Yukarı Mezopotamya olarak bilinen topraklar, tarihin eski çağlarından beri, kimi günümüze kadar varlığını
sürdüren kimi tarih içinde solup yok olan kimi ise başka bir halkın içinde eriyen sayısız kavime yurt olmuş.
Uygarlıklar, savaşlar görmüş. Stratejik konumu nedeniyle sömürgeci güçlerin, emperyalist devletlerin de ilgi
odağı olagelmiş. Faik Bulut, çalışmasında bu toprakların acılı tarihini, etnik ve dinsel boğazlaşmaları,
emperyalist güçlerin bölgenin etnik ve dinsel farklılıklarını kendi egemenliklerini
ABD'yi boydan boya grev grev, direniş direniş dolaşarak koca bir ömrü işçi sınıfının örgütlenme ve hak
mücadelelerine adamış bir kadın karşımızdaki. Ne yetkili yetkisiz mercilerin gözdağı ve tehditleri ne
tutuklamalar, engellemeler ne de fiziki şartların zorlukları 19 yüzyılın son çeyreğinde çıktığı yoldan
alıkoydu Mary Harris Jones'u.
Kapitalizmin vahşetle palazlandığı, kadınların toplumsal ve siyasal hayatın neredeyse tümüyle dışında
tutulduğu bir dönemde, gördüğü, duyduğu veya çağrıldığı her emek kavgası
"Ve Durgun Akardı Don", Don bölgesinin destanıdır. Eser, bir Kazak ailesi ekseninde Don bölgesini ve savaşın, devrimin ve iç savaşın bölgeye yansıyışını çok yönlü, derinlemesine ve bir o kadar da sade bir dille anlatır. Birinci ciltte Don Kazakları'nın Çar dönemindeki yaşam koşulları, gelenekleri, görenekleriyle dile getirilir. Bu cilt, nehir romanının kahramanlarını ve ruh durumlarını da tanıtır. İkinci cilt, Birinci Dünya Savaşı, 1917 Ekim Devrimi'yle, roman kahramanlarının bu olaylardaki durumuna ayrılmı
"Ve Durgun Akardı Don", Don bölgesinin destanıdır. Eser, bir Kazak ailesi ekseninde Don bölgesini ve savaşın, devrimin ve iç savaşın bölgeye yansıyışını çok yönlü, derinlemesine ve bir o kadar da sade bir dille anlatır. Birinci ciltte Don Kazakları'nın Çar dönemindeki yaşam koşulları, gelenekleri, görenekleriyle dile getirilir. Bu cilt, nehir romanının kahramanlarını ve ruh durumlarını da tanıtır. İkinci cilt, Birinci Dünya Savaşı, 1917 Ekim Devrimi'yle, roman kahramanlarının bu olaylardaki durumuna ayrılmı
"Ve Durgun Akardı Don", Don bölgesinin destanıdır. Eser, bir Kazak ailesi ekseninde Don bölgesini ve savaşın, devrimin ve iç savaşın bölgeye yansıyışını çok yönlü, derinlemesine ve bir o kadar da sade bir dille anlatır. Birinci ciltte Don Kazakları'nın Çar dönemindeki yaşam koşulları, gelenekleri, görenekleriyle dile getirilir. Bu cilt, nehir romanının kahramanlarını ve ruh durumlarını da tanıtır. İkinci cilt, Birinci Dünya Savaşı, 1917 Ekim Devrimi'yle, roman kahramanlarının bu olaylardaki durumuna ayrılmı
Kasım 1973'te askeri diktatörlüğün işbaşında olduğu Yunanistan'da öğrenci gençliğin cuntanın eğitim politikalarına ve baskılara tepkileri, "Ekmek, eğitim, özgürlük" talebiyle geniş bir kitle hareketine dönüştü. Sokakları tutuşturan kıvılcım, Atina'da Politeknik Üniversitesi'nde çaktı. "Burası Politeknik... Burası Politeknik! ... Bütün halkımızı, işçi ve emekçileri sokaklara cuntaya karşı özgürlük mücadelesine katılmaya çağırıyoruz! Cuntaya karşı mücadele edelim... Faşizme karşı mücadele edelim... Yaşasın öz
Bir başkaldırı ve umut romanıdır Ana... Gördüğü şiddet ve yoksulluktan insanlığını unutmuş bir kadının, sosyalist dünya görüşünü benimsemiş genç bir işçi olan oğlunun tutuklanmasından sonra, dünyanın değiştirilebilir olduğunu keşfetmesinin hikâyesidir. Toplumcu gerçekçi edebiyatın ilk örneği ve başyapıtı sayılan Ana, Gorki tarafından 1906 yılında Amerika'da kaleme alındı, aynı yıl New York'ta yayınlandı. Bütün dünyada büyük yankı uyandıran roman, iki yıl gibi kısa bir süre içerisinde pek çok dile çevrildi.
Bu bir dava kitabıdır, sözcüğün içerdiği tüm anlamlarla birlikte. Yakın Türkiye tarihinin gördüğü en kanlı saldırının olay yerinden başlayarak soruşturma aşamasına, iddianamenin yazılışından on duruşmada tamamlanan mahkeme sürecine, 10 Ekim Ankara Katliamı Davası’nın kitabıdır. Bu anlamda, sevdiklerini kaybedenlerin, saldırı anının gözle görünen ve görünmeyen yaralarını taşıyanların ve onları temsil eden avukatların adalet mücadelesine tanıklık eder. Şahit olunan, ceberut devlet ile Ortaçağ’ın karanlık kuy
Paris Düşerken, Fırtına ve Dipten Gelen Dalga'dan oluşan nehir roman, 20. yüzyılın en hareketli dönemini tüm tarafları ve çeşitli yönleriyle tasvir eden dev bir eserdir.
Üçlemenin bu son cildi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan yeni dünyayı anlatıyor. 20. yüzyılın ortasında büyük bir yara açarak beliren dehşet bitmiştir ama, şimdi daha sinsi ve daha gizli bir savaş başlamıştır. Dolayısıyla, o önüne çıkan her şeyi yakıp kavuran fırtına dinmiş gibi görünse de küller arasında kalan kordan yeni fırtınal
Paris Düşerken, Fırtına ve Dipten Gelen Dalga'dan oluşan nehir roman, 20. yüzyılın en hareketli dönemini tüm tarafları ve çeşitli yönleriyle tasvir eden dev bir eserdir.
Nehir romanın ikinci kitabı Fırtına, İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa'nın ortasından başlayarak Moskova'ya kadar uzanan Nazi dehşeti sırasındaki ölüm kalım mücadelesini anlatıyor. Bir yandan olağan bir biçimde sürüp giden günlük yaşam, bir yandan kan ve barut kokuları arasında dişe diş süren bir kavga. Ehrenburg bu romanda, büyük bir
Toplam 119 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 20-40 /
Aktif Sayfa : 2
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.