yüreğimi serdim sehere
evsizlere, ev olsun
. . .
gidenlerin ardından
ağıtlar yakmayacağım
sevincimin sesine
uyandırdım yüreğimi
. . .
sonsuzluğa giden o gemi
ne olur incitmesin yüreğimi
göğün kapkara bulutları
değmesin ne olur
kabuk bağlamış yaralarıma
hayal de, umut da olsa
büyüsündeyim hâlâ
gelecek güzel günlerin
demindeyim /değmeyin
ne olur, uzatmayın yolları.
Özlemin dili yok, susarsın
Sustukça kalmaz hâlin mecalin
Ah çektikçe yüreğin sızlar
Bir köşeye çekilirsin
Yaslanacak bir sine yoksa
Damla damla birikir yüreğinde acı
Gözyaşları yanaklarından dökülür
Yansa da için, susarsın
Yürekte izi kalır
Yalnızlık zor
Tutulacak bir el yoksa
Dizlerin tutmaz olur
Yapraklar düşercesine kurur
Tükense de umutların
Unutulsa da hatıraların
Mutsuzluk diz boyu
Umutlanacak bir yürek yoksa
Macaristan Rüyası, 2000 yılına ait, Londra-Macaristan arasındaki gezi serüveninin; sosyal,
psikolojik ve kültürlerarası bir anlatısıdır. Yazar, bu yol serüveninde gezerek gözlemlediği
coğrafyayı, karşılaştığı insanları, deneyimleri(ni) ve duyguları(nı), sade, akıcı bir dille bireyi
yabancılaşmaya zorlayan koşullara, ‘toplumsal el âleme' meydan okuyarak; fikirlerini ve
yaşadıklarını, ‘kadınca' bir imbikten geçirerek aktarıyor.
Yazar, bilinçaltına gömdüğü ayrıntıları cesaretle yakalıyor ve güçlenen duygusal k
titrek rüzgârların
kambur ezgilerine inat
sana gelen bütün yollara
mısra döküyorum
kavuşmaksa eğer sonu
kalan ömrüme ilmek ilmek
ecel dokuyorum
ah roşna!
sensiz bu dünyanın
karanlığından korkuyorum
roşna! susma, söze gel!
kelimelerin mimikleri vardır
cümlelerin de gülüşleri
seninkiler gamzeli.
bıraktım,
yitik düşler diyarında
sakalımın incinen yanını
değince gözlerin gözlerime
sardı içimin semasını alevler
ve kavurdu düşlerimin
en ıssız kıyısını
. . .
alev alev yanan yüreğimin
hasret kokan tarafında
bir avuç kor
ve tınısı dinmemiş
ezgilerle gelmeliyim
ezgilerle ve sıyrılarak
şehrin kaypak yüzünden
en kitabî duruşla gelmeli
ve eşiğine yüz sürmeliyim.
Akşamdı
Ufkun kızıllığa büründüğü andı
Hızlıca yanıma geliverdi
Nefes nefeseydi
Derin bir iç çekti
Buyurun, dedim
Yutkundu
Gözleri sabitlendi
Yüzü kasıldı
Dondu kaldı
Damlayıverdi gözyaşları
Ardından bakakaldım
Tekrar buyurun, dedim
Utandı, söyleyemedi
Hep sustu.
Aforizmalar ya da -Özgür Bir Ruhun Asi Cümleleri-, duygu ve düşünce yüklü, yer yer ruhu çalkantılarla boğuşan, inişleri ve çıkışları sert çizgilerle belirlenmiş dizeler demeti. Özlü ve ahenkli, samimi ve içten örülmüş kelimeler geçidi, ama bir o kadar da argo yüklü! Yazarın fiyakalı sözleri, muzipliği eserde kendini gösteriyor. Yaşama dair veciz deyişler, kısa ve sarsıcı cümlelerle âdeta hayatı tiye alıyor. Yazaroğlu, kendiyle barışık, kendiyle dalga geçiyor; özgünlüğü özünde benimsemiş biri. "Aforizmalar"d
Kıyma bu güzelliklere diye
Yalvarmakta mıdır?
Merhamet dilenmek için
Silik yeşil
Soluk sarı
Paslı kırmızı
Ne kadar hüzün rengi varsa
Son bir ümitle sunmakta mıdır?
Ya da çaresiz ölüme giderken
Bir ikindi güneşinin eteğinde
Adam gibi teslim etmek midir
Yeni mevsimlere nöbeti?
Neden mi bu kitap?
Çünkü ebeveynin çocukla açılan mesafesini başkaları doldurur bilinsin istedim.
Neden mi bu kitap?
Çünkü çocuklar sevdiği insanların değerlerini alıp ruhuna işler bilinsin istedim.
Neden mi bu kitap?
Çünkü her çocuk ayrı bir dünyadır bilinsin istedim.
Neden mi bu kitap?
Çünkü büyükler için ufacık olan; çocuklar için çok büyüktür bilinsin istedim.
Neden mi bu kitap?
Çünkü bizi birbirimize bağlayan ortak hikâyelerdir bilinsin istedim.
Neden mi bu kitap?
Çünkü değerler çocuklara; çocuk ilacı
Ruhuyla bedeni uyumsuz gibi geliyordu sanki Osman'a. Ayakları büyüyüp, ayakkabılarına olmayan çocuk gibi, bedeni ruhuna hep küçük geliyor, bu da acı veriyordu. Bu tür durumlarda da deyiş ve türkülere sığınıp bağlamanın tellerinden yükselen melodi esintilerine ruhundaki sıkıntıları savurarak kurtulmaya çabalıyordu. Osman'ın en çok dinlediği türküydü Sarı Gelin. Kimdi bu Sarı Gelin? ... İçi boşalmış bir teneke kutu gibiydi Osman. Yerinden kalkıyor, anahtarını ve montunu alıyor, evden çıkıyor. Yağmur damlaları
Bunca zaman oldu bizim ellerde Uçtun semalarda biraz gel beri. Gitti gelmez oldu yaban ellerde Turna bana yârdan al gel haberi. Bir seher vaktinde evinden çıkmış Evin duvarına kurşunlar sıkmış Hem hayata hem de bana darılmış Turna bana yârdan al gel haberi. Vedasını yazıp asmış kapıma Yâr gidişi neler aştı başıma Cana ateş, zehir koymuş aşıma Turna bana yârdan al gel haberi. Belli ki o da hep yanıp ağlamış Ağladıkça bağrı yara bağlamış Düşmeyen anlar mı nasıl dağlanmış Turna bana yârdan al gel haberi.
1972 baharında Saliha'ya çeyizlik alınması için Yasin, Nurihan'a beş bin lira verdi, düğün tarihi belirlendi. Nisan ayında düğün sakin bir şekilde iki aile arasında yapıldığında; rüzgâr uğuldadı, yağmur çiselemeye başladı.
Gökyüzü o gece kızgınlığını, nefesini estirerek, kulak zarını delercesine gürleyerek, şimşekler çakarak, deli bir yağmur yağdırarak hissettirdi. Batman Çayı kudurmuşçasına akıyordu. Sanki çay yağan yağmurla birlikte ağıtlar yakıyordu. Doğanın bu hâline köylüler de şaşırmışlardı. O yıl ya
Dudaklarının kıyısında sevgi mi hüzün mü ne olduğu belirsiz duygulardan müteşekkil çizgiler... ve ziftleşmekten kurtarmak ister gibi kalp otağını, gözyaşı barajlarında yıkanır Tamara. Cehaletin tüm karanlığını cübbesinde taşıyan keşiş, bir ağ gibi atar bu ulvi sevdayı dalgalara. Şair vurur usul usul bu acıyı zılgıtlara. Ve gece... lacivert gece, zifiri gece... alır zalimden nazenin yari. Vuslatı "firak" libasına sararak sunar çifte ruhlara. Öyle bir sevinç ki bu ancak acısı yankır kayalıklara; "Ahhhh......
Neden mi bu kitap?
• Çünkü geleceğimiz olan yavrularımı iyi yetiştirmek istiyorum.
Neden mi bu kitap?
• Çünkü zihinsel etiketlerimin artısını ve eksisini bilmek istiyorum.
Neden mi bu kitap?
• Çünkü sağlıklı şekilde tartışarak istişare kültürü kazanan bireyler yetiştirmek istiyorum.
Neden mi bu kitap?
• Çünkü öz güvenli, öz saygılı ve başarılı bireyler yetiştirmek istiyorum.
Neden mi bu kitap?
• Çünkü aile bütünlüğünün önemini kavramak ve onu bir arada tutmak istiyorum.
Neden mi bu kitap?
• Çünkü kendi
Yandı sönmeye yüz tutmuş umutlar
Peygamber dudağında okunan
Kutsî âyetleriz biz
Sözümüz Allahu Ekber
Özümüz Hak kelamı
Ümmet-i Muhammed'iz biz
İlâhî müjdelerden veririz selâmı
Şehâdet bayrağına sarılan
Musab bin Umeyr'iz biz
Secdeler ettik Allah'a
Düşmanı titreten
Hamza yürekleriz biz
Bir dirilişe geçti ansızın ruhlarımız
Allah dedikçe dudaklarımız
Yürekler bir aşkla coştu
Hep bir ağızdan şehâdet duyuldu
Tank tüfekle değil gücümüz
Biz ellerimizi semaya kaldırır
Bir merhamete sığınırız
Ruhum Bir Bukalemun, samimi itiraflar ve iç hesaplaşmalarla örülü ‘duygu durum dökümleri'nden oluşuyor. Yer yer argo diliyle şekillenen bu ruhsal gelgitler, isyankâr bir gencin kader notları aynı zamanda. Hayatla ve dünya ile uyumsuz ‘mutsuz bir bilincin' yansımaları olan bu metinlerin öne çıkan en belirgin özelliği, apaçıklığı, numara yapmaması, hasbiliği, gösterişten ve maske takmaktan olabildiğince uzak, ne ise o olarak konuşan, anlatan ‘sayrıl bir dili' okuyucuya deklare ediyor. Dünyaya ve dünya içre ki
Toprağın, bağrına kabul ettiği nice hakikate karşın asıl mezar kendi bedenimiz değil midir? Acılarımızı, dertlerimizi bir eşelesek nice kemikleşmiş ıstıraplar, nice fosilleşmiş hatıralar ve nice toz zerreciğine dönüşüp berhebâ olmuş mutluluk kırıntıları çıkarırız gün yüzüne... Yüzleşmeye cesaret edebilsek, nice güzelliklerin gözünü oymuşuz, nice iyiliğin yüzünü çizmişiz, nice bereketin belini kırmışız çok daha iyi anlarız. Nice gönül köprülerini hodgam bir selin önünde tayfuna tuttuğunuzu insaflıca hatırlay
Şamar atılmış suratıma sanki! Tepemden bir balyoz yemiş gibi, bardağı kıran suçlu çocuk, öğretmeninden disiplin cezası almış öğrenci, ev sahibine küstahlık yapan misafir. Boşuna yola çıkmaya, arpanın hesabını yapmaya kalkma! Arpa boyu bile boyunu aştı. Içsel yolculuğa çıkmaya kalkma! Kırk fırın ekmek yemen, hatta bir kırk daha yemen gerek, adam olmaya. Tövbe estağfurullah deyip, sözde "deli" den dersimi aldım. Ben deli olmaya bir arpa boyu yol alamadım vesselam.
Gözümün gönlüme açtığı belâ Beni bedenimden sürdü evvelâ Sürgün ruhum elemine müptela Bûsegâhın ne yeminler bozdurur Gözümün gönlüme kazandığı can Vuslatın nasıldır cefan heyecan Gözümün gönlüme açtığı yara Kanattığın kalbe git merhem ara Gitse bî-intihâ hangi diyara Meftununu kölem diye gezdirir
Güneş akşam vakti guruba yavaş yavaş yaklaştığında üstüme ağır ağır çöken hüzünler, beni rakamların ve sayıların olmadığı, ancak altından hiçbir rakam ve sayının çıkamayacağı, hiçbir muhasebecinin veya matematik profesörünün altından kalkamayacağı bir hesaplaşma âlemine, yüreğimin derinliklerine götürür. Orada bulurum bütün zamanın birikintisini ve küflenmiş tortularını... Dünyanın en büyük uyuşturucu tacirlerinin peşinden koşabileceği kadar büyük miktarda saf bir uyuşturucu barınır orada. Çünkü orda kendim
Toplam 25 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.