Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 33 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1
Tahta çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalımın eşiğindeydi. Karadağ ve Sırbistan’da savaş aleyhimize dönmüş, Bosna-Hersek ve Girit’te ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı. Bu arada sadrazam Mithat Paşa ve arkadaşlarının isteği üzerine 23 Aralık 1876’da Birinci Meşrutiyet ilan edildi. Ancak gayrimüslimlerin dahi yer aldığı Meclis-i Mebusan’ın ilk işi Rusya’ya harp ilanı oldu. 93 harbi diye tarihe geçen bu savaş, Osmanlı Devleti için tam bir felaket getirdi. Ruslar İstanbul önlerine kadar g
Sultan IV. Murat Han, koyduğu içki ve tütün yasağının uygulanıp uygulanmadığını bizzat kontrol etmek için geceleri tebdil-i kıyafetle dolaşır ve yasağa uymayanları şiddetle cezalandırırdı. Yine bir gece şehri dolaşırken kapıları kapalı bir kahvehaneden ışık sızdığını görüp oraya yaklaştı. Pencere deliğinden içeri baktığında birkaç kişinin içki ve tütün içtiklerini gördü. Yavaşça içeri girdi ve masanın birine ilişti. Kahveci, gelenin de tiryaki olduğunu zannederek yanına yaklaştı. Sultan Murat kahveciye: İçk
Tükendi
Bir Ramazan günü, tebdil kıyafet sokağa çıkan Sultan II. Mahmut Bayezid Camiine geldi. Yanında sadece sekreteri Said Efendi vardı. Camide bir müddet kalarak namazlarını kıldılar, vaaz dinlediler. Sonra da cami içindeki bir mahfilde elbiselerini değiştirerek Padişah kıyafetini giydi. Camiden çıktıktan sonra bir köşede bekleyen seyisini çağırdı ve atına bindi. Padişah atına binip hareket edince, karşıdan bir neferin, elinde bir tepsi, üstünde iki kapaklı sahan ile karşıdan gelmekte olduğunu gördü. Biraz sonra
Tükendi
Ne var ki Sultan Bayezid'i 14 yıl uğraştıran bu hikaye, sadece Cem ile Bayezid arasında geçmez... Devletin elini kolunu bağlayan sarmal bir meseleye döner... Papalık ve Avrupa, Cem'i Osmanlı'ya karşı koz olarak kullanır. Bu sebeple II. Bayezid, istese de güçlü fetihler yapamaz. Karşısında kardeşi ve onun arkasına sığınmış Avrupa vardır... Hedefte olan kardeştir ve onu korumak gerekir... Siyasi ve askeri atılımlar yapamayacak hale gelen Sultan Bayezid, kendisini şehirleri güzelleştirmeye adar. Bir de istikr
Bir gün Sadrazam Hacı Çalık Ali Paşanın, Padişahla, defterdarın azli hususunda vuku bulan müzakerede istifası gerçekleşti. Tarihçi Fındıklı Mehmet Ağa, Padişahla Ali Paşa arasındaki konuşmaları aynen kaydetmiştir... Ahmet Han: -Ben sana üç defa defterdarı azlettim. Yerine namazını kılan, doğru istikamet sahibi birini teklif edesin diye hatt-ı şerif gönderdim. Yine fermanımı tutmadın! Sadrazam: -Hangi cürüm ile itham olundu ki, azli icap etsin? Ahmet Han: -Bütün memleketime ettiği zulümlerden, Edirne şehri ş
Zorbalar bir takım ev başı, Arnavut tellak, kaldırımcı, hamal, ırgat makulesi kimseler idi. Devlet adamlarını, ötekini berikini korkutarak memuriyete tayin ettirerek mal, para alıyorlardı. Patrona Halil kendisine veresiye at vermiş ve para yardımında bulunan Yanaki isminde bir kasap yazıcısını Buğdan Voyvodası Kiğa'nın yerine tayin ettirdi. Bu yetmiyormuş gibi, defterdarı Ali Bey'i evinden, biz oturacağız gerekçesiyle çıkartması, arkadaşı Muslu Beşe'nin sakal bırakıp, kırk gün içinde kul kethüdası olması, İ
Sultan İbrahim, bazen Edirne'ye gider, bazen da İstanbul'da ayak divanı yapıp halkın şikâyetlerini dinlerdi. Bir seferinde Edirne'ye gittiğinde şöyle tellal bağırttı: Padişah fermanıdır, duyduk duymadık demeyin! Yarın ayak divanı olacaktır. Kimin kimden şikâyeti varsa gelsin, Padişah efendimize söylesin. Duyduk duymadık demeyin! Ertesi gün ayak divanı oldu ve Padişah halkın karşısına çıktı. Kalabalığa; Ben dâhil, kimseden şikâyetiniz var mı?" diye sordu. Halktan biri ileri çıktı. Padişah'ı selamladıktan s
Padişah Ahmet Han, Aziz Mahmud Hüdai'nin Avusturya Kralı ile olan güreşine yaptığı yorumdan çok memnun kalmış ve derhal Aziz Mahmud Hüdai hazretlerine bin altın göndermişti. Bu sırada Mahmud Hüdai'nin hanımı hamile idi ve doğumu yaklaşmıştı. Fakir oldukları için doğacak çocuğun ihtiyaçlarını alamamışlardı. Bu sebeple hanımı; Bursa kadılığını bıraktın, medrese hocalığını terk ettin... Elindeki malını mülkünü, ona buna vererek harcadın... Dünyaya gelecek yavruya saracak bir bez parçası bile yok!... diyerek ü
II. Abdülhamid'in kızı, babasının hatıratını ihtiva eden kitabında babasının; Bu milletin uğradığı en büyük sıkıntı kaht-ı rical meselesidir, dediğini nakleder. Ki; o koca Sultan, sadrazam tayin etmek istemiş, fakat devlet adamı sıfatını taşıyan bir kimseyi bulamamanın sıkıntısı ile Ah kaht-ı rical! diye inlemiş. Eskiler adam kıtlığını, özellikle de ülke yönetimine ehil adamların kıtlığını Kaht-ı rical" diye adlandırmışlar. Kaht-ı rical, Osmanlı'nın son döneminde dilimize yerleşmiş bir deyim. Kaht; kıtlık,
Abdülaziz döneminde, devletin kötü gidişinin en önemli nedeni siyasi özgürlüklerin olmaması ve keyfi yönetimdi. Tanzimat döneminin yetiştirdiği aydınlar, sorunların ancak meşruti yönetime geçilerek çözüleceğine inanıyorlardı. Bunlara Yeni Osmanlılar(Jön Türkler) deniyordu. Abdülaziz bu görüşleri sertlikle susturmak istedi. Bunun üzerine Yeni Osmanlılar dan bir grup yurt dışına kaçarak çalışmalarını orada sürdürdüler. Abdülaziz döneminde eğitim alanında köklü çalışmalar yapıldı. Mekteb-i Mülkiye-i Tıbbiye, E
Tükendi
Bir gün Ahmet Cahid-i Efendi, Çanakkale'ye geçmek için Kilidü'l-Bahr iskelesine geldi. Parası olmadığı için zamanın kayıkçıları kendisini kayığa almadılar. Üzgün bir halde dönüp evine geldi. Kendisini gören hanımı Kerime Hatun niçin gitmediğini sordu. Cahid-i hazretlerinin kayığa alınmadığını söylemesi üzerine de; "Al şu seccadeyi de bin üzerine, Çanakkale'ye geç-gel." dedi. Bu şekilde Çanakkale'ye geçen Cahid-i Efendiyi gören kayıkçılar şaşırıp kaldılar. Böylece onun büyük bir veli olduğunu anladılar. Tal
Hattat Mehmet Rasim Efendi anlatır; Cennet mekân Üçüncü Ahmet Hanın vefatından sonra, şöyle bir rüya gördüm. Geniş bir sahrada orduyu hümayun kurulmuştu. Bir tepe üzerinde de sultanlara mahsus bir çadır, çadırın etrafında ise büyük bir kalabalık vardı. Kalabalıktan bir kişiye yaklaşıp; "Bu ordunun kumandanı kimdir?" diye sordum. O da; "Ahir zaman Peygamberi Muhammed aleyhisselam'dır." dedi. Cehenneme götürülecek bazı kimseler bu büyük çadıra götürülüyor, buradan şefaat edilirse Cehennemden kurtuluyordu. Yi
Tükendi
Osmanlı hükümdarları zaman zaman memleketin dâhili vaziyetini bizzat teftiş ve kontrol için tebdil-i kıyafetle halk arasına karışırlardı. Sultan IV. Murad ile III. Mustafa Hanların sıkça tebdil gezdiklerini tarihler kaydederler. Sultan Mustafa Han bir bahar günü derviş kıyafetiyle çarşıyı pazarı dolaşmış ve yorgunluk gidermek üzere kırlara doğru yürümeye başlamış. Samatya taraflarında bir tepecik üzerinde oturmuş dinlenirken, musahibi Nakşi'nin taşıdığı dürbünü isteyip bir müddet çevreyi temaşa etmiş. Meğe
Murat Han o gün bir hoştur. Tedirgindir, yerinde duramaz; dilinin altında bir şeyler saklamaktadır. Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar: Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var? 3. Murat gülümser, dudaklarından belli, belirsiz şu sözler dökülür; Akşam garip bir rüya gördüm de... - Hayırdır inşallah. Hayır, mı şer mi öğreneceğiz Nasıl yani? Hazırlan dışarı çıkıyoruz. Ve iki molla kılığında çıkarlar
Sultan III. Mehmet zamanında, Rumeli'de Yenice kasabasında mübarek bir zat vardı. İhtiyacı olan ona koşar, sıkıntısı olanın derdini o giderirdi. Fakat kendisi bir sürü derde müptela idi ama halinden hiç şikâyetçi değildi. Bir gün dergâhın bahçesindeki havuzun kenarında otururken bir talebesi gelerek, başına gelen bir musibetten uzun uzun şikâyet eder. O zat, o talebesinden bir bardak su, bir miktar tuz ve bir çorba kaşığı getirmesini ister. İstedikleri getirilince, bir kaşık tuzu bir bardak suya atıp karışt
Demirbaş Şarl'ın Osmanlı'ya iltica haberini alan 3. Ahmet, hudut muhafızı Mustafa Paşa'ya; Demirbaş Şarl için nazik davranmasını, Türk misafirperverliğini göstermesini emretmiştir. Daha önce Kral Şarl'a zorluklar çıkaran Abdurrahman Paşa'nın, azarlanması da bildirildi. 3. Ahmet ayrıca; Şarl'a pek güzelce bir at ve pek güzel donanmış eyer takımıyla birlikte hediyeyi yolladığı gibi, günde 415 kuruş maaş bağladığını bildirdi. Mağlup Kral; Yusuf Paşa'ya iltica ettiği andan itibaren hüsnü kabul görmüş, en iyi
1689 sefer mevsimi geldiğinde Avusturya cephesindeki işlerin her geçen gün biraz daha kötüye gitmesi üzerine, bütün memleket sathında asker toplanmasına ve ikinci Süleyman Han'ın da teşvik etmek gayesiyle hasta olmasına rağmen sefere çıkmasına karar verildi. Hazırlıklar tamamlandığında ordu sefere çıkmak için emir bekliyordu. Sultan II. Süleyman Han orduyu teftiş etti, onları selamladı, yüzlerine güldü, çoğunun elini sıktı. Bu yakınlığı gören askerler ağlamaya başladılar. Sonra onlara yüksek bir yerden hita
Yeniçerilerinin içinde yetişmiş, Osmanlı fütuhatının her birinde imzası olan Yeniçeri askerinin kıymetli ve sanatkâr evadı Mimar Sinan, fetih ordularının birçok suları aşması için yaptığı köprüler, muhasara vasıtaları, çeşmeler, mescitler, camiler, kemerler manzumesine kendisinin deyimiyle ustalık eserim dediği Selimiye Camiini Edirne şehrinde yedi senelik bir çalışmadan sonra meydana getirmiş dünyanın en büyük kubbesini havi Ayasofya Camiinden bu imtiyazı alıp ondan iki arşın daha geniş bir kubbeli Selimiy
İstanbul'un cevabı Sultan Mustafa'yı hiç de şaşırtmadı; o böyle bir cevabı bekliyordu. Son devirlerde başa geçen padişahlar sarayda oturmaya alışmışlar; savaşları sadrazamlar, komutanlar yürütür duruma gelmişti. Fakat Sultan Mustafa başkaydı. Başka olduğunu fermanıyla göstermişti ama bunu anlayan olmamıştı. Padişah, kararlarında ciddiydi ve dediğini yapmak niyetindeydi. Bunu da İstanbul'dan gelen cevaba verdiği karşılıkta görüyoruz. Sultan Mustafa iradesini şu hatt-ı hümayun ile açıkladı: Bana hazine lazım
Tükendi
"Ey kardeşim! Devlet, bize ezelde nasip kılınmışken senin takdire rıza göstermemenin sebebi nedir? Sen iki mübarek belde olan Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'nin hacısıyım diye iftihar ediyorsun, fakat şu dünya saltanatına olan ihtirasın nedir? Kardeşim, vatan ümmetin malıdır. Bölünürse Devlet gücünü kaybeder. Neticede güçsüz beyliklere döneriz. U büyük bir vebal olur. Gövdem ikiye bölünür de, ümmet toprağı bölünmez! Gel birlik olalım, beraber yürüyelim; devletimiz güçlü olsun ki; millet rah
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 33 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1