“Gözlerim yanıyor artık ağlamaktan. Dünyayı sis perdesinin gerisinden görüyorum, üstüne süt dökülmüş gibi görüyorum her şeyi, puantiyeli görüyorum, beyazlı beyazlı. Yumayım diyorum şunları, kurumuş artık, hırş hırş ses geliyor gözkapaklarımdan, fayda etmiyor, pat diye açıyorum tekrar. Hepi topu iki saatlik uykum var günlük, o da gitti elden. Düşünen insan uyuyamaz, gece gündüz İnci’yi düşünüyorum ben, varsa o yoksa o, nasıl uyuyayım?” En sıra dışı insanların sıradan insanl
"Sıfatsız büyüyordu İrfan. Tabii aynasız, karanlıksız, gölgesiz. Enikonu topal, enikonu çolak, enikonu kör, enikonu patates kafa, enikonu çirkin, Orkun dışındaki akranları arasında enikonu arkadaşsız, dostsuz, 133'ün dışındaki dünya hakkında enikonu bilgisiz. Tek gözü olmayan birinin her şeyi kartpostal gibi görebileceğini, üçüncü boyutu isterse naylon gözlük takıp üç boyutlu sinema seyretse hayatta göremeyeceğini bilmiyordu mesela. Ve dışarıda kalbin beş para etmediğini de bilmiyordu."
Rengârenk bir kadro
"İlk ‘Canım' demek istediğinde ar etmiş dedem, ‘Hanım' dese ‘malım'
demiş gibi olur diye korkmuş, ‘Vesile' dese çok resmî, soğuk. Ama
kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini,
yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek,
gerekirse ağlayacakmış. ‘Baksana' dese olmaz, ‘Bak hele...' demiş,
devamını getirebilecekmiş gibi. Bakele dönüp bakmış. Dedem
bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış."
En safından aşk, hani, hasretle imtihan edilen... Aşka, dosta,
Hacettepe Üniversitesi'nde dilbilim okuyan iki genç kız, Selen ve Cavidan.
Ekim ayının ortasında hayatlarının merkezine gökten zembille inen bir adam, Murat.
Beytepe Kampüsü'nün şehre uzak, çok uzak olduğu, limonlu kola içmenin lüks sayıldığı günler...
Gerçeğin düşe karıştığı, sonunda her şeyin unutulduğu, saf sevginin ölümsüz olduğu bir serüven.
Ateş denizlerinde mumdan kayıklarla yol alanların üç günlük hikâyesi.
Kaptanın Teknesi, bir Sezgin Kaymaz klasiği...
Yeni bağlanan telefonlardan soba
yangınlarına, taşırken merdivende
sıkışan kanepelerden taşan
kanalizasyonlara sıra dışı ev halleri.
Komşu gezmeleri, taziye ziyaretleri,
hastalıklar, cenazeler ile bütün insanlık
halleri...
Sabiş'li, Hülya'lı, Lucky'li ve Timur'lu
birbirinden lezzetli Sezgin Kaymaz
hikâyeleri.
Sezgin Kaymaz
"...kadının yüzüne doğru, yılan gibi tısladı: Geber Anne!"
Depremlere karşı durabilecek kadar sağlam, bir kanat hareketiyle yıkılacak kadar hassas bir ilişki.
O aşkı hali tek hamlede nefrete dönüştüren bir şüphe.
Sonrasında yeni hayatların olduğu bir ölüm...
Ölüsü dirisiyle, Sarı'sı Çomar'ıyla, birliği felaketiyle,
Ankaralı İsmailoğlu ailesinin zamandan bağımsız hikayesi.
Geber Anne, Sezgin Kaymaz'ın alameti farikalarından...
"Meleklerin ağlama zamanıydı. Ağladılar."
Her şeyin yerli yerinde olduğu, huzurun hüküm sürdüğü Cennet'te tüm düzen Âdem'in (ve ardından Havva'nın) yaratılışıyla yerle bir olur(!) Azâzîl kibre kapılır, şeytana döner. Âdem, Havva ile birlikte şeytana uyar. Sonra hepsi birden dünyaya sürülür. Kıyamete kadar sürecek bir mücadeledir gerisi... Ancak bu sürgünden sonra her şeyin yerli yerinde olduğu Cennet'te hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır! Önce "cümleleri bozulur" cennet sakinlerinin, ardından huzurları. E
...
Korkunç bir rüya... Kabus.
Koca koca insanlara yatak ıslattıran cinsten. Gündüz de zihne yapışan cinsten.
Üstelik "dizi-rüya". Devam ediyor, gelişiyor; gizli kamera gibi geziyor görenin geçmişinde.
Rüyanın musallat olduğu insanlar:
Kendini bildi bileli dedesiyle yaşayan, dağınık ve haif şaşkın bir sigortacı genç adam.
Uzunharmanlar'da Bir Davetsiz Misafir
Kaçtınsa kaçmışındır, dönemezsin, denklem bu! Unutma, her korkuda binlerce eminlik vardır, göz karasında onca aydınlık mevcut...
Meselesi hiç bitmeyen, Ankaralı Erzurumlu Teyze.
Evinin direği, canının paresi horoz Rıza.
Koca bekleyen Ayla, mümkünse hiç evlenmesin Leyla, başlarında hanım ağa Havvanım.
Mahallenin beyi, âlemin abisi Beyabi.
Kaporta boyada, ayar azarda dünya devi Kirkor Usta.
Ve Aspendos. Ve Leyla. Ve Misafir. Ve hayat. Ve ölüm.
Şımarmak bu kadar
Sahneler ve mekanlar, haller ve duygular, insanlar ve dil... Yumruk gibi hikayeler en korunaklı bölgelere iniyor, savunmasız karanlıklarda art arda şimşekler çakıyor. Sezgin Kaymaz gücünü nereden alıyorsa orayı güçlendiriyor okuyan 'İyi ki Türkçe biliyorum' diye şükrediyor. Ağrıları hortlatan aşk, tasma takıp ücralara kapatılan vicdan, neyin fısıldadığı sır, kum taşında gizli şanş... Çareyi uzayda arayanlar, özrü kabahatinden büyük olanlar, küçük bir ekte saklı hayatlar, yüz bin sene beklenenler... Zıtlıkla
Charles M. Schulz der ki mutluluk sıcacık bir köpek yavrusudur.
Hisarlı Ahmet der ki dünya dedikleri bir gölgeliktir.
Neşet Ertaş der ki bu oyun havası değil ya, düğüne giden oynar. Aklı yetenler bu sırrı anlar, aklı yetmeyenlerin kusuruna bakılmaz.
Misket mızrak, bozlak çatlak bir roman: Farfara.
Ankara kocaman bir patlak kase, onlar da ateşini almış patlamış mısır, o yana bu yana sıçrayıp duruyorlar.
Luki'nin romanı bu. Veya Madonna'nın veya Lucky'nin veya Matahari'nin; kısaca itin tekinin.
Ne anası
Sezgin Kaymaz ile Türkçenin merkezine yolculuk!
Matrak lakin vefakar, hırpani ve fakat cefakar, en hararetli yerinden, helalinden öyküler, mektuplar!
Derdi günü, işi gücü dil olan bir yazardan hallere, duygulara, insana, hayvanata dair bir edebiyat ziyafeti.
Cayır cayır evler, köpür köpür Hülya'lar, sinmiş ufacık olmuş önlüklü bebeler, koca koca kararları eline yüzüne patlayan biçareler...
Halk ağzından derlemelerle, icat sözcük ve deyimlerle, bitmeyen enerji ve sürprizlerle bakın bugün size kim geldi!
Şenlik başlıyor, kıyamet kopuyor, sevinç kuşları en yükseğe havalanıyor!
Opera, Çankaya Karakolu, Kumrular...
Yeraltının tekinsizleri, yerüstünün kırıkları, manyak doktorları, garibanları, haydutları, iyi polisleri, kötü polisleri, iyi kötü polisleri, eli maşalı aklı karışıkları...
Yangın, hesaplaşma, hile hurda, çek senet, heyecan, neşe, acı mizah, olmadık aşk, hep aşk, ille de aşk.
Sezgin Kaymaz Sevinç Kuşları serisinin üçüncü romanı Son Şûrâ'da okurun tiryakisi olduğu kahramanların iplerini çözüyor
Bir çift ölü göz gözlerinin içine dikilmiş, öbür dünyadan buna
bakıyordu sanki. Ve ne kadar kibar konuşuyordu ölü. Kılığına bak, ya
otopark değnekçisi ya durak kâhyasıdır derdin; yüzüne bak, melek
midir nedir; gözüne bak, ölmüş de haberi yok yazık; hiçbir yerine
bakmadan sırf dinle, haber spikeri. Ve de ne kadar âşinâ geliyordu
Allahım. Ve maalesef nasıl da ürpertiyordu.
Deccal olmak, melek olmak Ölü olmak, diri olmak
Hasta olmak, sağlıklı olmak Erkek olmak, kadın olmak, eşcinsel
olmak, başka cins olmak (Bi
Edebiyat dünyasında Uzunharmanlarda Bir Davetsiz Misafir ve sadece ismiyle değil, öyküsüyle de bir hayli ilgi çeken Geber Anne! adlı romanları ile tanınan Sezgin Kaymazdan şen-şatır anlatılmış bir gündüz düşü... Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsünde bir sınıf... Birbirlerine çok yakın iki genç kız ve onların dertsiz, tasasız dünyalarının ortasına düşen bir genç... Bu üçlü etrafında gelişen fantastik öykü, dolu dolu yaşanan üç günü anlatıyor. Üniversiteli öğrenci hayatının sebepsiz bir neşeyle anlamsız b
Bütün sakinlerinin mutlu ve huzurlu yaşadığı Cennet´te, Tanrı ilk insanı yarattı, adına da Âdem dedi. Onu yarattığı toprağa kendi nefesinden üfleyerek can verdi, bu cana hem iyilikten hem şerden, hem riyadan hem sadakatten koydu. Ona güzel olan ne verdiyse, bir o kadar da kötülük ekledi. Sonra Cennet´teki tüm varlıklara dönüp Âdem´e secde etmelerini buyurdu.
Bu buyruğa karşı çıkabilecek kadar kibirli tek bir Cennet varlığı vardı, o da Azazil´di. Âdem gelene kadar Cennet´te kendi özünden bihaber, huzur içind
"Yağlı Havilland ile boynunu, ensesini, kulak arkalarını kremleyip kokulandırmış, bol bol limon kolonyası dökünmüş, saçlarını taramış, Müesser´in kızı Şengül´e diktirttiği kendinden korseli pembe eteğinin içine zor bela girmiş, çorap lastiğini bulduktan sonra yardımına gelen bir kız evladı bile olmadığı için beceriksizce kendi etini budunu çimcire çimcire sütyenini takınmış, ondan sonra fanilasını, beyaz, kıvrık yakalı bluz gömleğini de giymiş, onun da üstüne pembe ceketini giyip gerdanına sahte inci pembe
Sezgin Kaymaz`ın yeni romanlarını hasretle bekleyen okurları, bu kez -ve ilk kez!- onun hikayeleriyle buluşacaklar Sandık Odası`nda... Bir sırrı ifşa edelim: Bu kitaptaki hikayelerin ortaya çıkmasında zaten biraz da okur parmağı var! "Hafta başlarında, mesire yerlerinden dönüp de dairelerimizin iç karartıcı mesai atmosferine girdiğimizde, önümüzde içimizi açacak bir adet hikaye bulsak fena mı olur?" gibisinden istek parçaları yollayan okurlar gaz verdi bu derlemeye! Sezgin Kaymaz`ın romanlarında karakterler
"İsmi, `Şanslı` anlamına geliyordu. Kara, yağlı kayış gibi bir Doberman`de Lucky. Son sahibi Taksici Osman`ın ifadesiyle, `sahip olmayan pişman, sahip olan çok pişman` bir köpekti. Puşttu, dalavereciydi, üçkağıtçıydı, yılan ruhluydu. İspiyoncu ve yalancıydı, şerefsiz ve haysiyetsizdi."
Geber Anne`nin Tayfun`u gibi, görenin kendini kaptırdığı, yüreğine sokmak istediği bir mahluk, Lucky. Sezgin Kaymaz, artık yavaş yavaş `yerlisi` olduğumuz bir dünya kuruyor Lucky`de de: Sıradanla gerçeküstü, yaşamla ölüm, ge
Toplam 23 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.