Kadın beni öyle bir çarptı ki yere gövdemin tuzla buz olduğunu hissettim. Demek kıymetli bir
şeyin kırılması böyle oluyormuş? Basit bir metanın kırılması bu kadar ağırken bir kalbin kırılması
nasıl olur? Kim bilir... Kadın parçalarımın birkaçını yerden aldı. Sağ elindeki büyük parçamı
bileğine götürdü. Ne acınası şey! Bir gün hayata gül olurken ertesi gün ölüme diken olmak...
Affetmiyorum kendimi. Ben bu düşünceler içinde boğuşurken kadın ağlamaklı ses tonuyla
konuşmaktaydı.
Bin nasihatı tütün gibi ezip,
Damarları al al esen bir rüzgâr,
Sokaklar, caddeler, mezarlar dar,
Bin nasihatı bir musibet gibi içip,
Zamanı, kor ateşlere sürükleyen yâr,
Başında gül kokuları, can korkuları var.
"Herkesin bir hikâyesi vardır. Yarısı malum, yarısı muallakta olan bin bir hikâye... Hikâyelerin yarısı hep muallakta olur ya işte bu hikâye de öyleydi. Önce var sayılan kaleler sonra topçu atışları yıkıldı. Kesildi. Kesildik. Hikâye devam etti. Etmeye mecbur, gitmeye mahkûm, bekleyeni olan bir tren gibi... Girizgâhtaki afili cümleler ne bana yakışırdı ne aileme. Zaten layıkta değildik! Bu hikâye bizim hikâyemizdi ya da sadece benim!"
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.