Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 960-980 / Aktif Sayfa : 49
Edebiyatımızda birçok yazınsal türde eser veren Ahmet Mithat Efendi’nin Esrâr-ı Cinâyât -Cinayetlerin Sırları- adlı polisiye romanı, olayların akışındaki kurgu ustalığı ve karakterlerinin güçlü bir şekilde canlandırılmış olmasıyla yazarın övgüyü hak eden eserleri arasına girmiştir. Bir genç kızın cesedinin bulunmasıyla başlayan roman, intihar süsü verilerek öldürülmüş ikinci bir kişinin bulunmasıyla sürükleyici şekilde devam ederken, polis şefi Osman Sabri ile Muharrir Efendi’nin işbirliği ve dikkatli takip
Niyâzî-i Mısrî, “Bil ve âgâh ol ki Hakk bir kimseyi inâyetine lâyık görürse o kimsenin kalbine, ‘Biz bu dünyaya niçin geldik?’ sorusuna bir cevap bulma arzusu koyar.” demiş. Bu sorunun peşinden giderken yolum pek çok kitaptan ve insandan geçti. Kitapların yeni kitaplar açtığını, Hakk’ın insanlara insanlardan tecelli ettiğini pek çok defa tecrübe ettim. Düşe kalka yürümenin, yolun mecburiyeti olduğunu fark ettiğimde mesele biraz daha berraklaştı: Düşmesiyle, kalkmasıyla, kaygısıyla, kırılganlığıyla, yarasıyl
Yaşlılığın, yaşlılığa bağlı hastalıkların olmadığı bir yaşamın tüm olasılıklarını Ölümsüz İnsan’da bulacaksınız. “Ölümsüz İnsan çok yakında uzun ömürlülüğün hızdan nasıl kaçabileceğini ve sonsuza dek yaşayabileceğimizi açıkça anlatıyor.” Ray Kurzweil Singularity Üniversitesi’nin eş kurucusu Yaşlanma ve ölüm, insan hayatının en büyük korkularından. Bu yadsınamaz sona çözüm bulmak mümkün mü? José Cordeiro ve David Wood bu can alıcı soruya parmak basıyor ve insanın ölümlü olmaya mahkûm olmadığını bilimsel olar
Barış Manço dünya için benim memleket derdi, bütün sınırları ve sınıfları yok sayarcasına. O kendi tabiriyle Barış Çelebi idi, Türkçe’nin derinliği ile Batı müziğinin formlarını eşsiz şekilde buluşturdu. Barış der ki, diye başladı; Dadaloğlu, Karacaoğlan misali. Herkesin, her gün yanı başında gördüğü Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’yı anlattı, her gün evinin penceresinden duyduğu, Domates Biber Patlıcan nidasını. Kendine has kıyafetleri ve alışılmışın dışında tarzı ile herkesin Barış Abisi oldu. Sevenlerinin mektup
Franz Kafka, gerçeklikleri sahteliklerin altına gizleyen zihinlerin yansımasıdır. Kopuş, vazgeçiş, aykırılık sembolü ve kendinde saklanan bir adamdı.Korkutucu, anlaşılması zor ve sıra dışı olması hatta tahmin edilemez tanımı onu daha iyi anlatan kelimeler. Franz ile ortaklığımız; babasızlık, sevgisizlik, aşksızlık ve anlaşılamamak malzemeleriyle inşa edilmiş yalnızlık sarayı sakinleri olmamızla başladı.Birbirimiz için uçurumdan düşmek üzere olan insana uzanan el olduk. Gücümüz yettikçe birbirimize tutunduk.
“Bu bir başlangıç ya da son değildi. Bu bir tebessüm ve kederdi.” Bilmiyorsun sevgilim, bilmiyorsun. Kaderin bizi nasıl paslı bir makasla budadığını, Azrail'in ölümden daha vahim bir acıyla sınadığını, ruhumuzdaki zelzelenin nasıl arsız ve yıkıcı olduğunu bilmiyorsun. Seni tamamıyla ve dönülmez olarak kaybettiğimde, siyah bir tuvale kondurulan nokta kadar belirsiz ve yoktum. Aynalar aksimi inkâr edebilirdi. Annem adımı unutabilirdi. Çok sevdiğin saçlarım rengini göğe armağan edebilirdi. Varlığımın yokluğunl
Döneminin tanınan gazeteci ve edebiyatçılarından Hikmet Şevki’nin 7 Nisan-10 Ekim 1928 tarihleri arasında Resimli Gazete’de tefrika edilen bu “unutulmuş” romanı, ilk kez Latin harfleriyle okurla buluşuyor. Yakacık’taki Pembe Yuva’da annesi ve teyzesiyle huzur içinde yaşayan Füsun, ailesiyle ilgili bir sırrın ona anlatılmadığından şüphelenir. Mektuplar, gazete haberleri ve ortaya çıkan tanıklarla bu sırra dair bilgiler edindikçe aşk, ihanet ve suçlarla örülü bir geçmişle yüzleşmek zorunda kalacaktır...
Maveraünnehir’den Karaorman’a Sayan Dağları’ndan Sina Çölü’ne uzanan bir coğrafyada Buhara’dan İstanbul asitanelerine, Japon mabetlerine, Ortadoğu peygamber anlatılarından 20. yüzyılın büyük kavgalarına uzanan bir coğrafya ve kültür atlasında her romanında okuru şaşırtan bir dünya kuran Ömer F. Oyal son romanında ruhun karanlık bölgelerine çentik atıyor. Bahara Bir Hediye saplantının ilmek ilmek işlendiği, sıra dışı bir aşkı anlatan sürükleyici bir takıntı kitabı. “Firdevs koca Buda heykelini çevreleyen
Tükendi
Mösyö Flaubert 1875 yılında, 53 yaşındayken, hayatını ele geçiren melankoli ve ölme isteğinden bir nebze olsun uzaklaşmak amacıyla iki aylığına bilim adamı dostu Pouchet’nin yaşadığı Concarneau’nun yolunu tutar... Alexandre Postel Flaubert’in Bir Sonbaharı’nda yazarın içine düştüğü maddi sıkıntıların, sağlık sorunlarının, yaşadığı uyumsuzluğun, hayal kırıklıklarının ve yazma arzusundaki tıkanmanın izinde Concarneau’da geçirdiği sonbahar günlerinin pastoral bir resmini yapıyor: Martılar, kabuk değiştiren
Ionesco’nun 1973 yılında kaleme aldığı Yalnız Adam’da 35 yaşında, sıradan biri yüklü bir mirasa konar ve iş hayatından elini eteğini çekmeye karar verir. Yeni hayatını düzene koymaya gayret eder, artık bol bol vakti vardır ve boş vakitlerinde geçmişini, geleceğini, yaşadığı anı, hayatı, insanlık durumunu irdeleyerek varlığa ve varoluşa ilişkin içinden çıkılması hayli zor sorgulamalara girişir... Beckett’le birlikte absürd tiyatronun en büyük iki isminden biri olan Ionesco’nun tek romanı Yalnız Adam
ilk kadın romancısı Fatma Aliye’nin kaleminden çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi aklı olan yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikâyesini okuruz. Refet farklı kadınlıkları, sınıflar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatır. Fatma Aliye (Topuz) (1862-1936) 1889’da “Bir Kadın” imzasıyla çevirdiği, George Ohnet’den Meram romanıyla edebiyat dünyasına ilk adımını atar. İkinci yapıtı Hayal ve Haki
Ses
“…Saza vuran eli yavaşladı, gözleri kapandı, boğazı gerildi ve yüzü kırmızılaştı. Biz hayretle onu seyrederken, ince dudaklarının arasından beyaz dişler göründü ve delikanlı aya hitap eder gibi şarkısına devam etti: Ayın şavkı vurur sazım üstüne, / Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne / Gel ey hilâl kaşlım, dizim üstüne, /Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni.” Sabahattin Ali (1907-1948) İstanbul Muallim Mektebi’ni 1928’de bitirdi. Yozgat’ta ortaokul öğretmenliği yaptıktan sonra Maarif Vekâleti’nin açt
Halas Mehmet Rauf’un kaleme aldığı son romandır. Konusunu İstiklal Savaşı’ndan alan eser özellikle İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinin anlatıldığı ve şehrin bu yıllardaki sosyal yaşamından kesitler aktaran bölümleriyle ilgi çekicidir. Hayatının son döneminde vücudunun sağ tarafına inen felç nedeniyle kitabını zaman zaman eşine dikte ettirerek tamamlayabilen yazar duygusal, heyecanlı ve bazen öfkeli bir üslup kullanmıştır. Mehmet Rauf (1875-1931) İstanbul’da doğan Mehmet Rauf, Soğukçeşme Askeri Rüşti
Kağnı’daki öykülerin ilki hariç diğer on ikisi 1935-1936 yılları arasında yazılmış ve yayımlanmıştır. Sabahattin Ali’nin sistemle anlaşmazlıkları, çatışmaları ve hapishane yaşamı içinde mahkûmlardan dinledikleriyle ilişkili bu öyküler, onun dil ve anlatım bakımından ustalaştığının tartışmasız kanıtıdır. “…Sinop Hapishanesi’ne gönderilmek üzere teslim edilecektim. Bunu okuyunca çöker gibi oldum. Bir deniz kenarında yapyalnız duran bir hapishane gözlerimde canlandı ve içinde bir tek bile tanıdığım olmayan o
Tükendi
Ahmet Haşim’in İkdam gazetesinde çıkan köşe yazılarından seçilen denemelerle Paris seyahati izlenimlerinden oluşan Bize Göre 1928 yılında yayımlandı. Yalın, açık, akıcı, kimi zaman alaycı bir dille yazılmış olan denemeler ve aynı üslup özelliklerini taşıyan seyahat izlenimleri yazarın etkili ifadesinin yanı sıra derin gözlem gücünü ve eleştirel bakış açısını da okura yansıtır. Bununla birlikte bazı yazılarında dikkati çeken şiirsellik Haşim’in imge yüklü şiirlerin duygulu, kırılgan şairi olduğunu da hatırla
Tükendi
Türk edebiyatının ilk felsefi ve gerçeküstü romanı kabul edilen A’mâk-ı Hayal, Filibeli Ahmet Hilmi’nin felsefi ve tasavvufi görüşlerini içermektedir. Romanın kahramanı Raci, içindeki şüphe ejderhasını susturmak ve mutlak hakikate ulaşmak için mezarlıkta karşılaştığı Aynalı Baba’nın yardımıyla manevi seyahatlere çıkar. Raci bu seyahatlerinde hedefine ulaşmak için Buda’yla Hiçlik Zirvesi’ne, Yunan tanrılarının bulunduğu Olimpos Dağı’na, Hürmüz ile Ehrimen’in savaş meydanına, Simurg’un sırtında Merih gezegeni
Muhsine geçimini sağlamak üzere şehrin epey dışındaki bir köşke hizmetçi olarak gider. Bu “netameli” köşkün sakinleri arasında çalışanları ve delirdiği söylenen zengin hanımının yanı sıra türlü çeşit periler, yaratıklar, bir de gulyabani vardır. Muhsine, sonunda öldürülmek, delirmek, iyi saatte olsunlara karışmak ihtimalleri olmasına rağmen merakını susturamaz ve kapalı kapıların ardına geçer. Hüseyin Rahmi cin, peri, cadı gibi doğaüstü varlıkları konu edinerek masalın romana, romanın masala dönüştüğü bir t
that’ın “Maksadımız yeniçeriliğin mevcut olduğu zamanlardaki eğlencelerin bazılarını anlatmak” diye bahsettiği Dolaptan Temaşa’da pek de bilmediğimiz yaşayışıyla bir dönemin kapıları aralanıyor. İstanbul’un mahalle kahveleri, “helva sohbetleri”, giyim kuşam ve âdetleri, hatta eşyasıyla... Kısa, ancak oldukça zengin içeriğiyle roman Behram Ağa, Dilber Leyla, Yeniçeri Zorlu Mustafa ve Paşalı Ahmet Ağa karakterleri arasında gelişen komedi ve gerilim unsuruyla bezeli, cinayetlere varan olayları konu alıyor. Ah
Muallim Naci, nam-ı diğer Ömer, sekiz yaşına kadarki çocukluk hatıralarını pek sevimlice, neredeyse o yaşından anlatıyor. Babası, abisi, annesi, kedisi Fındık, Hoca Efendi, mahalledeki komşular... Bir çocuğun çevresindeki herkes var bu anlatıda. Sokakta karşılaştığı köpeğin saldırması üzerine yaşadığı korku, eve alınan oğlakla bahçede geçirdiği keyifli vakitler, oynarken düşüp yaralanması, babasıyla ders çalıştığı saatler, mektepte falakaya yatıran Hoca Efendi’den ve karanlıktan korkusu, bilmediği bir yerde
Turfanda mı Yoksa Turfa mı? romanının kahramanı Mansur, tıp eğitimi aldığı Fransa’dan varlığını devlet hizmetine adamaya kararlı bir idealist olarak İstanbul’a gelir. Fakat daha adımını atar atmaz karşılaştığı olaylar, gördüğü manzaralar karşısında şaşkınlığa düşer. Mansur tenkitçi dikkatiyle Osmanlı cemiyet ve devlet hayatını en hurda köşelerine kadar teşhir ederken, Tanzimat’tan beri doğrulmak istedikçe sendeleyen ve nihayetinde yıkılan Osmanlı’nın düşüş nedenleri canlı tablolar halinde gözler önüne seril
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 1000 kayıt bulunmuştur Gösterilen 960-980 / Aktif Sayfa : 49