Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 241 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1
Tevhidin kurumsal rekabet içinde olduğu şirk olgusunun özellikle de ekonomik endişeler üzerinden kendisine nasıl bir yol çizdiği sorunu, çalışmanın bel kemiğini oluşturmaktadır. Hemen bunun akabinde ise şirk eğiliminin öteden beri çizmiş olduğu yolun da tevhidi buharlaştırdığı hususunun ele alınmış olduğu bu çalışma, temelde bir tespit, betimleme ve dahi kıyaslama iradesi üzerinde ilerleyecektir. Bahsedilen durum şirk olgusunun diğer yönleriyle birlikte irdelendiğinde her iki sistemin de hakikat kodlama gib
Tanrı ve insan ilişkisinin en sorunlu tarafı herhâlde beşer dindarlığının korunmasız hâli olan şirk olgusudur diyebiliriz. Vahye ilgisiz hatta gönülsüz duran bu olgunun insanlık tarihi boyunca hemen her dindarlığın merkezinde yer almış olması, verilen hükmü açıklıkla desteklemektedir. Aynı şekilde, şirk olgusunun farklı ancak tanıdık bir dindarlık süreci olduğunu asla ve kata unutmamak lazımdır. Buna göre kendisini konuşlandıran insanlığın Yüce Tanrı algısından uzaklaşmadan O’nun değişmez nitelikleri konusu
Artık yakından biliniyor ki, Yüce Allah’a yakınlaşma adına O’nun gönderdiği elçiler ve onların peşinden gelen iyi insanların yolunu takip etmekle işe başlayan bu süreç, zamanla o kişileri işin merkezine yerleştirmekle kalmamış, zaman içinde insanın pek çok isteğini de din diye sunmaya başlamasına neden olmuştur. İşbu nedenledir ki, yola çıkılan değer ile yolda bulunan değerin uyuşmazlığı olan şirkin, zaman içinde tevhidin en büyük çeldiricisi olduğunu görmek şaşırtıcı gelmemelidir.
İslam düşüncesi alanında kafa yoran araştırmacılar, bu düşüncenin bin yılı aşan müktesebatını günümüze taşıma ve yaşanan zamanın koşullarında anlamlı bir senteze evirme sorumluluğu taşımaktadırlar. Bu sorumluluğu yerine getirmeyi dert edinen genç araştırmacılara önemli görevler düşmektedir. Muş Alparslan Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nin genç araştırmacıları, bu heyecan ve sorumluluk duygusuyla ilki geçen yıl yayınlanan İslam Düşüncesi Araştırmaları serisine bu yıl da metodoloji ağırlıklı yazılarıyl
Siracettin Ali b. Osman el-Ôşi (ö. 575/1179) Kırgızistan’ın güneyinde bulunan Oş şehrinde doğmuştur. Oş’ta yaşadığı için Ôşi künyesini alan bu âlim, yaşadığı bölgenin meşhur bir hukukçusu ve önde gelen kelamcısı olmakla birlikte nazım edebiyatında da şöhret kazanmıştır. Ôşi’nin tahminen 569/1173 yılında yazdığı nazım halindeki “Emâli Kasidesi”, Mâturidi kelam düşüncesinin manzum şekilde dizgilendiği ilk eser olma özelliğini taşımakta ve kasidenin tamamı Mâturidi ekolünün temel görüşlerini içermektedir. Ôşi’
Bütün beşerî niteliklerden münezzeh olan Tanrı’nın aşkınlığını dile getiren dilin beşerî kusur ve sınırlılıkla muallel olması, Tanrı’nın tenzihi yönüne gölge düşürülmesine neden olmuştur. Ayrıca Tanrı’yı tanımlamaya çalışanların içinde bulundukları düşünce ve kültür ortamları; benimsedikleri teolojik sistemler ve inandıkları kutsal metinlerin antropomorfik pasajları, problemi daha da karmaşık hâle getirmiştir. Bu problemi çözme noktasında insanın sahip olduğu kültürel birikim, akıl ve tecrübe farklılığı Tan
Hz. Peygamber’in hadis ve sünnetini tespit etmek amacıyla telif edilen eserler, hicri ikinci asırda ilk örnekleri ortaya çıkmış ve üçüncü asırda da hadis edebiyatının en güzide örnekleri telif edilmiştir. Erken döneme ait hadis mecmuaları, alanın ilk örnekleri olması hasebiyle son derece kıymetlidir. Hicri ikinci asra ait olan İbâdî muhaddis Rebî’ b. Habîb’in (ö. 175/792) el-Câmiu’s-Sahîh adlı bu eseri, İbâdî mezhebine göre en muteber hadis kaynağıdır. Eser, İbâdîler nezdinde Kur’ân-ı Kerim’den sonra en sah
Allah’ın muttakiler için hidâyet kaynağı olarak gönderdiği son mesajı Kur’ân’ı, maksad-ı ilâhîye uygun şekilde anlama ve yorumlama çabası içerisindeki müfessirlerin farklı te’villerde bulunmalarına birçok faktör etki etmiştir. Bu faktörler hem Kur’ân naslarının ihtiva ettiği müteşâbih, müphem, müşkil, mücmel âyetler, çok anlamlı lafızlar gibi bizzat Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinden kaynaklanan faktörlerdir hem de yorumcunun bilgi birikimi, kültürü, yaşadığı sosyo-politik çevre, naslara yaklaşımda kullandığı de
İnsanların içinde yaşadığı toplumların, kendilerine göre aklı oluşturma metotları vardır. Bu metotlar, o toplumun aklını yani bilgi yapısını şekillendirir. Bu metotlar ya da vasıtalar bazı toplumlarda sadece duyular ve bu duyularla elde edilen bilgilerdir. Bazılarına göre bu vasıtalar duyular ve akıl, diğer bazılarına göre ise duyular ve aklın yanında nakil de bir kaynaktır. Hatta bazı alimler sezginin (keşf) bilgi kaynağı olduğunu kabul ederler. Duyular ve akıl üzerinde bazı bilim adamlarının bilgi kaynağı
İslam dünyasının 13. yüzyıl ve sonrasında ilmî manada yeni bir döneme girdiği bilinmektedir. Bu yenilenme döneminde klasik dönemin birikimleri gözden geçirilmiştir. Aslında İslam düşünce geleneğindeki bu dönüşüm, İslami ilimlerin tümünde etkisini göstermiştir. Bu dönüşümün en güzel ifadesi medrese-tekke/alim-arîf bütünlüğü olarak dile getirilebilir. Bunun temsilcilerinden biri de Semerkand’da doğup Anadolu topraklarında vefat eden Alâeddin Ali es-Semerkandî’dir. O, Bahru’l-Ulûm adlı tefsiri ve kaleme alm
Bu çalışma Kur’an ilimleri geleneğinde yer alan rivayet ve dirayet açısından sorunlu nakil ve görüşleri ansiklopedik bir âlim olan Fadl Hasen Abbâs’ın gözüyle ele alıp tartışmaktadır. Kitapta pek çok can alıcı sorunun cevabı aranmıştır: Kur’an’ın indirilmesinden ne anlamalıyız? Kur’an kaç aşamada inmiştir? Anlam olarak indiği iddiası ne kadar ciddidir? Yedi harften ne anlamalıyız? Yedi harf uygulamasına niçin gerek duyulmuş ve ne zaman kaldırılmıştır? Yedi harften geriye kalan uygulamalar var mıdır? Yedi
Kur’ân kıssaları geçmişten günümüze pek çok araştırmaya konu olmuştur. Bu bağlamda kıssaların eğitsel, pedogojik, sosyo-politik ve fıkhî boyutları ele alınmıştır. Yine kıssalar karakter eğitimi, din eğitimi, değerler eğitimi, iletişim kuram ve modelleri açısından da tahlil edilmeye çalışılmıştır. Söz konusu araştırmalar disiplinler arası bilimsel çalışmalar olması açısından önemlidir. Ancak Kur’ân kıssalarının temel maksat ve gayelerini anlamak için tarihî yaklaşım en önemli yöntem olarak gözükmektedir. Bur
Kur’an zâviyesinden hareketle kaleme aldığımız öykü, esasında din, gelenek ve sosyoloji arasına sıkışmış olan insanlığın en değerli parçasının hikâyesinden ibarettir. Eğer ki bu hikâyeyi hak, adalet, eşitlik ve sevgi-saygı ölçeğinde mutlu sonla bitirebilirsek, kazanan sadece kadınlar değil, onların dokunduğu her şey olacaktır. Mevcut durumu Yüce Allah’ın irade, ifade, bakış ve amacı sadedinde görebilme imkânına kavuşmamıza vesile olmaya yardım edecek olan bu zâviyenin, bize olguyu apaçık gösteren bir pencer
Saat için çok alâmet var da hep inanması Farz olur kübralarından dinle birkaç tanesi Evvela Mehdi gelir sonra Mesih Deccâl çıkar Sonra İsa-yı Mesih iner onu hem katleder Hem bizim Peygamber’in şer’i ile âmil olur Hem Hıristiyan dinine hem cizyeye karşı olur Tam yedi yıl bu Resul İslam’a hizmetçi olur İrtihal eyler o sonra Ravda’da medfun olur Hem de Ye’cûc ile Me’cûc gelir her şey yiyer Dâbbetü’l-arzda çıkar hem batıdan güneş doğar Batıdan güneş doğarken bil ki tevbe kapısı Kapanır olmaz kabul as
“Ey Muhammed! Allah’tan başka hak ilah olmadığını bil (47/19)” mealindeki ayetten anlaşılan ilahi emir, Hz. Peygamber’in ve onunla birlikte olan Müslümanların davetlerinin üstüne kurulduğu ilk gerçeği hatırlamaya bir çağrıdır. İslam tarihinin her döneminde bu ilahi emri en iyi şekilde yerine getirmek için mücadele eden pek çok âlim yetişmiştir. XIX. yüzyılda Siirt bölgesinde yaşayan Molla Halil de bunlardan biridir. Molla Halil, bu çağrıya uyduğunun bir göstergesi olarak, pek çok talebe yetiştirmenin yanı s
Dinle sen Müminlerin akidesini ey nuri can İtikad-ı ehl-i sünnet ve’l-cemaat derbeyan Sen furuz-ü ayniye hem müstehab adapları Hem yedi aza vazife hem de kalp dermanları Öğrenirsin bu kitapta sen hıfzet bunları Her felaketten seni mahfuz eder kalma geri.
Siirt, tarihi eski çağlara kadar giden bir şehir olmakla birlikte, asıl kimliğini Müslümanların yönetimine girdikten sonra bulan kentlerden biridir. Müslüman devletlerin neredeyse sırasıyla hepsinin yönetimine giren şehir, ilk dönemlerden başlayarak önemli bir ilim ve kültür şehri olmuştur. Şehrin merkez ve çevresinde kurulan medreseler asırlar boyunca varlığını sürdürerek günümüze kadar gelmiştir. Halkın ve kurucularının maddi ve manevi destekleriyle varlığını sürdüren bu medreselerden çok sayıda ilim adam
1826 yılında kabul edilen Asâkir-i Mansure-i Muhammediye Kanunnamesi sonrasında Osmanlı askerî yapılanmasında pek çok değişiklik meydana gelmiştir. Bu kanunnameye binaen askerin din eğitiminde kullanılması maksadıyla ilmihaller basılmış, din dersi vermesi için “Tabur İmamı” ve “Alay Müftüsü” kadrosu ihdas edilmiştir. Selçuklu’da “Müzekkir”lerin, 1826 öncesi Osmanlı Devleti’nde “Ordu Şeyhi”nin icra ettiği hizmetleri yerine getiren bu görevliler, özellikle I. Dünya Savaşı’nda büyük yararlıklar göstermişlerdir
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 241 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1