Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 30 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1
Barış Manço dünya için benim memleket derdi, bütün sınırları ve sınıfları yok sayarcasına. O kendi tabiriyle Barış Çelebi idi, Türkçe’nin derinliği ile Batı müziğinin formlarını eşsiz şekilde buluşturdu. Barış der ki, diye başladı; Dadaloğlu, Karacaoğlan misali. Herkesin, her gün yanı başında gördüğü Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’yı anlattı, her gün evinin penceresinden duyduğu, Domates Biber Patlıcan nidasını. Kendine has kıyafetleri ve alışılmışın dışında tarzı ile herkesin Barış Abisi oldu. Sevenlerinin mektup
"İstiyorum ki herkes; doğruluğun, iyiliğin, kardeşliğin, barışın efendisi olsun." Müslüm Gürses Urfa'nın Fıstıközü köyünde başlayan yolculuk ve hiç kesintiye uğramayan hayaller, Müslüm Akbaş'ı önce Müslüm Gürses yapar sonra da alıp İstanbul'a götürür. Orhan Gencebay, plakçı bir arkadaşının tavsiyesi üzerine Müslüm Gürses'in plağını dinler ve pek beğenir. Türkülerle, deyişlerle çıkar yola Müslüm Gürses ama şimdi zaman arabesk zamanıdır. Artık o kapkara yoksulluk bitmiştir. Yirmili yaşlarında kırkında
Öteki olmanın, ayrıksı durmanın, çaresizliğin ve tutunamayanların, "bebeği ağlayanların ve acılara tutunanların" kanayan yaralarını anlattı. Kadınların, işçilerin, öğrencilerin, çocukların, mahpus damlarında ve dışarıda esaret altında olanların, sevgiyi emek bilenlerin ve bilcümle mağdurların şarkısı, düşsüz bırakılanların düşüydü o. Herkesin sustuğu bir zamanda, "Başkaldırıyorum!" diyebilendi o. O, ne kayıp çocuklarını arayan Cumartesi Anneleri'ni yalnız bıraktı ne de İslamcı öğrencilerin başörtüsü
"Başka bir yol var mı? Başka bir düşünce, başka bir hissiyat, başka bir felsefe var mı dünyayı bir bahçe haline getirebilecek? İnsanoğlunun insanca yaşamasını, köleliğin kalkmasını, ırkçılığın kalmamasını öven bir yol var mı? Bir hayal dünyasında yaşıyorum belki ama ona inanıyorum. Bir gün gerçekleşecek..." "Edremit Ortaokulundayım... On beş yaşındayım... Yıl 1951 Kapatılmış olan Halkevi Kütüphanesi babamın emrinde. Bütün klasikler orada. Tolstoy, Dostoyevski, Zoşçenko okuyorum ki, nasıl okuyorum! Fu
Delikanlım! İyi bak yıldızlara, onları belki bir daha göremezsin... Belki bir daha yıldızların ışığında kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin... Delikanlım! Senin kafanın içi yıldızlı karanlıklar kadar güzel, korkunç, kudretli ve iyidir. Yıldızlar ve senin kafan kâinatın en mükemmel şeyidir. Delikanlım! Sen ki, ya bir köşebaşında kan sızarak kaşından gebereceksin ya da bir darağacında can vereceksin. İyi bak yıldızlara, onları göremezsin bir daha. Delikanlım! Belki beni anladın belki anlamadın. K
"...Ben kimsenin canını yakmadım, onlar benim ateş olduğumu bile bile geldiler..." "Babamı sevmem," dedikçe anasını daha bir seviyordu belki de... Ne kadar hırçın olursa olsun, ne kadar sert ve bitirim olursa olsun ve şu koca ülke için "Çirkin Kral" namıyla ne kadar ulaşılmaz olursa olsun, anasının dizleri dibinde, kolları altında kara kuru bir oğlandır, Yılmaz Güney... "Çocukluğumda portakal yiyemediğim günler olmuştu. Bugün bana Altın Portakal veriyorlar. Şimdi portakalın altınına sahibim. Nasıl g
Asıl adım Ahmed Önal. Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilen ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri görmeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri göstermek için öldüm. "...Gözlerinden, burnunun üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa!.." "...Daima dü
Sabahattin Ali'nin Türklükle alakası olmayan ve Türk milletine fenalık için harice kaçmak isteyen bir canavar olduğunu anladım. Zaten elinde de şişkin bir çantası vardı. Bu çantada mevcut olması muhtemel muzır evrakı düşündüm. Heyecanım teessüre inkılap etti. Titremeye başladım. Elimde sopa vardı, ayağa kalktım gezinmeye başladım. Her geçen saniye asabımı bir kat daha sarsıyordu. Gözlerim kararır gibi oldu. İşte bu milli düşünce ile birdenbire irademi kaybederek elimdeki sopa ile kitap okumakta iken kafasın
Tükendi
Ahmed Arif! Sonu "d" ile biten Ahmet! Tek başına çok şey izah eden, saklayan, kollayan bir isimdir o. O, Türk şiirinde kendi tarzını yaratmış hangi bilimsel biçimde ifade edersen et hep övgüyle anılacak bir isimdir. Ahmed Arif'in şiirleri ve bu şiirlerin hayattaki karşılığı ya da hayatın bizzat kendisinin Ahmed Arif şiirlerindeki karşılığıdır onu bu kadar özel ve özgün kılan. Tematik unsurları, fonetik yapısı ve imgesel özellikleriyle dikkat çeken Ahmed Arif şiirleri "Hasretinden Prangalar Eskittim ? adlı
Tükendi
Elindeki kitabın öyle çok büyük iddiaları yok! Kazım Koyuncu adı zaten ölümsüzlüğe karışmışken belki de böylesi bir kitaba da ihtiyacı yoktu ama "niyetim belli olsun"... Kâzım Koyuncu adı ve hikayesi bir yerlere de yazılmalı... Bir yerlere yazdım, dilimin döndüğünce, elimin yettiğince, aklımın erdiğince... Üç yaşındaki bir çocuğun kalbinde bile kendine yer bulabilen bir sanatçının önünde, tarih karşısında, saygıyla eğilme zamanıdır şimdi. Kâzım'la hiçbir muhabbetimiz yoktu, eskilerin tabiriyle teşriki mesa
Tükendi
Şimdi Duygu Asena, Nazım Hikmet için kartpostal şairi deyip de Can Yücel de "Kart sensin, postal da sana girsin" demiştir ya, bu iş burayla kalmamıştır. Duygu Asena dişli kadındı. İşin peşini bırakmak niyetinde de değildir. İş uzar gider... Duygu Asena, her fırsatta ve her türlü iletişim kanalıyla "Can Yücel özür dilesin, sözünü geri alsın" demektedir. Bunun üzerine Can Yücel açıklama yapar "Kartı geri alıyorum, postal onda kalsın." Olaylar kendi çağında ve gerçeği/ gerekliliğiyle yaşandı gitti. Duygu Asena
Tükendi
"Beni sağcılar sevmez. Beni, solcular sevmez. Beni İslamcılar sevmez. Peki kardeşim, kim bu, benim albümlerimialan milyonlarca insan? Kim bu, konserlerime gelen on binler?"
Tükendi
Okuyacağın hikâye, sinema sanatının yarattığı bir adamın akıl almaz serüvenidir. İşin içinde aşk var, siyaset var, mahpus var, hasret var, kavga var, kan var, cinayet var! Yılmaz Güney, film gibi bir hayat sürmüş ve sürdüğü hayatı da filmlerine konu edinmiştir. Yılmaz Güney de, sonu üç noktayla biten cümlelerim gibidir. O son, hiç de böyle olmayabilirdi. Her şey çok daha farklı olabilirdi ve kendisinin de şakasını yaptığı gibi, doksan sekiz yaşına kadar yaşayabilir ve memleketinin tüm hallerinin filmlerini
Tükendi
Tahta taburelerden birinin üzerinde oturur, onun geçmesi ni beklerdi Erol. Karşıdan gelirdi, tıkır tıkır, tıpış tıpış, öyle hanım hanımcık... Dudakları alev alev yanaraktan, iri ela gözlerinin etrafinda kara sürmesiyle ayak uçlarına bakaraktan gelir, Erol'un önünden geçerdi... Rüzgârından savrulurdu Erol, koku sundan vurgun yemiş balıkçı gibi yamulurdu bir yana. Koca göbekli Aşçı Himmet'in, kasığını kaşıya kaşıya kızın ardından bakıp da, "Ha buna bi gaysam da, Allah sabah ezatuyla canımı alsa daa!" demes
Tükendi
Lewis marka, İspanyol paça kot pantolonun yanlarındaki üç dikişle onurlanırdı. Paçaları aşınmasın diye metal fermuar diktirmişti bir de, o biçim fiyakalı. Yumurta topuklu ayakkabısını arkasını eze eze giyer ve uzun kollu, iki yaka cepli gömleğinin ilk üç düğmesi yaz kış açıktı. O açık yakadan kılsız güvercingöğsü, kemikleri sayılacak kadar, bir deri bir kemik, bariz dikkat çekerdi. Gömleğinin her iki kolunu da dirseklerine kadar özensiz katlardı.
Tükendi
Güneş ertesi gün yine Çakıryatak'tan doğdu ve kuşluk vakti, vakitsiz öttü birkaç horoz... Büyük "bal armudu" ağacının dalları arasında yolunu kaybetti öğlen rüzgârı, köpeklerin havlamaları çocukların ağlamalarına karıştı ve sonra tüm sesler bir araya gelip, çağlayarak akan derelerle akıp gitti zamanın bağrına... Gün boyu yorulup hırpalanan güneş, canını zor attı Danalık Tepesi'nin yamaçlarına ve ağır ağır tırmandı Danalık Tepesi'nin zirvesine, Danalık Tepesi'nin zirvesinde son bir kez işmar etti güneş, az s
Tükendi
İddianameye karşı diyeceklerim mevcuttur. İddianame, kelle istemek için hazırlanmıştır. Yapılan tahliller yanlıştır, hatalıdır, değerlendirmeler keza isabetsizdir. Yalnız biz varlığımızı hiçbir karşılık beklemeden esasen Türk halkına armağan etmiş bulunuyoruz ve Türk halkı ve devletin bağımsızlığına armağan etmiş bulunmaktayız. Bu sebeple ölümden çekinmiyoruz. Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm'in yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! Kahrolsun e
Tükendi
Sabite tüm güzelliğiyle Hacer oldu. Apak elleirni uzattı boşluğa. Salih, Memet oldu, Memet'in tüm yakışıklılığıyla ve uzattı ellerini boşluğa... Zaman durdu... Zaman, o, zaman oldu... Hacer'le Memet'in elleri bu zamanlarda buluştu boşlukta... O zamanlarda da, bu zamanlarda da bir kere daha sevda kazandı... O makus talih varsın kendi derdine yansındı. O an salondaki her kadın Hacer, her erkek Sarı Memet'ti...
Tükendi
Savaşlarda en çok ve en ilk ?savaşa hayır" diyenler ölür... Ve tarihin icat ettiği tüm savaşlarda çocukların öldürülmesinin nedeni henüz bilinmiyor. Savaş olur, çocuk ölür! ?Savaşa hayır, çocuklar ölmesin" diyen yer, ikinci kurşunu! Aldırma sen kentli modern adamın burnu havada gezdiğine, o, doğal yaşamdaki kurtlar, çakallar, ayılar var ya, işte tüm bu mahlûkatları kıskanır hale geldi senin kentli insan. İşte bu kitapta bu minval üzere mevzuları bulacaksın...
Tükendi
Yılmaz Güney adı - genç ya da yaşlı fark etmiyor- hepimizin dimağında bir şeylere denk geliyor. 60´lı ve 70´li yıllarda "Çirkin Kral" namıyla bir efsane olarak yaşamış bu kara kuru ve uzun boylu adam, aradan onlarca yıl geçmesine, dünya ve ülke ciddi ve büyük değişimler yaşamış olmasına rağmen, halen, bilinirliğini korumaktadır. Onun yaşamı, filmleri, siyasi duruşu ve davası, cezaevine düşüşü ve kaçışı Paris günleri ve ölümü, döneminde de halen de tartışılmaktadır. hakkında çok şey yazıldı, söylendi. Çok ş
Tükendi
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 30 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1