Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki medrese ve dergâh geleneği bölgenin dinî, sosyal ve kültürel hayatında önemli bir role sahiptir. Bu rol, 19 yüzyılın ikinci yarısından itibaren artan bir etki ile devam etmiş ve yaklaşık bir yüzyıl sürerek 1980’li yıllara kadar varlığını hemen her alanda güçlü bir şekilde hissettirmiştir. Osmanlı Devleti’nin dağılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması aşamalarının yaşandığı bu sancılı süreçte bölgede birçok âlim yetişmiş ve bu âlimler çoğu zaman resmî otoritenin üze
“İnsan sevdiğini gönlünde taşır. Adını söylemese bile, kalbin her
atışında sevdiği vardır. Cudi Dağı da Nuh Peygamber’in gemisini, tam da işte
bulunduğumuz bu noktada sırtına almış, ona ev sahipliği yapmıştır. Sonra bu
noktaya Sefine, yani gemi denilmiştir. Böylece Sefine, Cudi’nin kalbi olmuştur.
Hani Mecnun’a sorulmuş adın nedir diye, o da Leyla’dır demiş ya. Aynı Mecnun
gibi, bulunduğumuz bu nokta da misafirinin adını kendine ad olarak almıştır.
Mademki burası Cudi’nin kalbidir, Cudi’nin gönlüdür;
"Biz dervişiz, ölünce diriliriz" dedi ve gözlerini kapatıp başını önüne eğdi Şeyh Efendi. Aslında onun bu halini gören de yoktu. Henüz yeni başlamış olan sohbeti sanki nefes almadan dinleyenler, sohbet başladıktan kısa süre sonra dizleri gibi bellerini de bükmüş, kafalarını kalplerine yaklaştırmış, gözlerini kapatmış dinliyor ve içten içe dinleniyorlardı.
Cümleler arasında uzun süren sessizliğin, tane tane anlatılan konuları sindirmek ve kulaklarından kalplerine indirmek için bilinçli bir ara olduğunu biliy
En çok kırmızıya benzetilse de aşk;
Âşıkta kül gibi siyah, maşukta bahar ve gül gibi
yeşil görünür.
Ama aslında hiçbiri de değildir.
Yedi rengi yakıp yalnız beyaz yahut kızıl gösteren güneş
gibi bir ateştir aşk.
Âşık, gözün ilk yıldırımından itibaren bütün renkleri
yaşar kapkara oluncaya kadar.
Sevdası karardıkça o da aynını hallenir.
İşte Mem u Zîn bu aşkın destanıdır.
Eğer âşık olmamışsanız, aşkın haletini ve hararetini
hissetmek için Mem ve Zîn'in kollarına girin ve birlikte
yürüyün...
Yürüyüşün her adım
17 yüzyıl, hem Osmanlı Devleti hem de dünya tarihi açısından birçok alanda zorlukların ve arayışların yaşandığı çetin bir geçiş dönemidir. Bu dönemde, bir taraftan iktidar mücadeleleri devam ederken diğer taraftan döneme damga vuran Kadızâdeliler ve Sivâsîler tartışması yaşanmıştır. Tartışma, toplumdaki bozuklukların ıslahı ve bidatlerin kaldırılması iddiası ile Kadızâde Mehmed tarafından başlatılmıştır. Kadızâde'nin bidatlerin müsebbibi olarak sufileri görmesi ve onları suçlaması sebebiyle dönemin sufileri
Hep okumuş çok anlatmıştım.
Hâlbuki çok yaşamak ve hissetmek gerekiyormuş. Şimdi bunu öğrendim.
Bilmek cehaleti gideriyor ancak gafletten kurtulmak marifetle oluyormuş.
Ahlak olmayınca ilim, bir hayal ve vehimden başka bir şey değilmiş.
Hastalıktan kurtulmanın yolu, gafletin farkına varmak, gafletten kurtulmanın yolu ise marifete ermekmiş.
...
Yollara düşen ve kendini bulmaya çalışan bir kahramanın varoluş hikâyesi...
Gezdiği her şehirde, attığı her adımda hikmeti arayan bir aşk yolcusu...
Sûfi, yalnızl
O ana kadar her şey sıradandı onun için...Bütün bir hayatı öylesine yaşıyor, dünya deyince sadece kendisini, kendi hazlarını ve tutkularını biliyordu.Ama bir gün, bir insan çıktı karşısına ve her şey değişti. Bir sûfî miydi acaba onu değiştiren, yoksa Rahmânın bir lütfu muydu onu gerçeklerle tanıştıran?Bilmiyordu...Bildiği tek şey, artık bambaşka bir insan olduğuydu.Gönül denizine bir yol açılmıştı artık nihayet.Dur yoktu, durak yoktu...İbrahim Bazın kaleminden Sûfî, işte bu yolculuğun öyküsünü anlatıyor...
Toplam 7 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.