Selçuklulardan itibaren gelip yerleştiğimiz bu topraklarda, yani Anadolu ve çevresinde yer alan topraklarda, yaklaşık bin yıldır yoğurduğumuz ve üst üste koyarak zenginleştirdiğimiz, kendimize özgü değerlerimizin ifadesi olan şiirler, hikâyeler, masallar söylendi, anlatıldı, yazıldı. Bunlar, bu topraklarda yaşayan insanların dünyalarını yansıtan, bize özgü metinlerdi. Zaman zaman yabancı sesler de duyulmadı değil ama insanımızın gönlünde yatan aslan her zaman var olmayı sürdürdü. O aslanın sesine tercüman o
Eğitim, bir gence ders kitaplarındaki bilgileri anlatıp belletmekle gerçekleşmiş olmuyordu. Bu, eğitimin başlama noktasıydı. Onlara karşı asıl görevse bundan sonra başlıyordu, Toplumun bizden beklediği kendi hassasiyetlerinin genç nesillere de aktarılması ve belletilmesiydi. Adı üstünde ‘millî eğitim' bunu gerektiriyordu. Toplumun tanınması, anlaşılması, gönlünde yatan aslanın, genç nesillerin gönüllerinde de taht kurması için çok önemliydi. Bunun gerçekleşmesi için de toplumla aynı telden çalmak, aynı hava
Arkamı dönüp yürüdüm. Aydınlık geceydi hatırladığım. Dünya yeni bir
oluşun eşiğindeydi sanki. Öyle hissediyordum, içim kıpır kıpırdı. Bir
yanardağ kaynıyor ya da kabuk kırılıyordu. Coşkulu, güçlü bu çağrıyı ilk
kez duyuyordum. Kararımı vermeliydim. Ne olacaksa olmalıydı. "Biri
suya atladı, yardım edin!" diyen ses ayaklarıma dolandı. Durdum. Artık
bu oyunlara son vermek gerekiyordu. Yardımcı karakter olarak
yaşamaya devam mı edecektim yoksa hayatımın kahramanı olmayı mı
seçecektim? Geriye bakma diye bir ses
Çile'yi ve Bir Adam Yaratmak oyununu birlikte düşünüyorum. Üstad'ın hayatının en önemli dönemecini simgeleyen, tespit, teşrih ve tasni eden bu iki eser, müthiş biçimde aklımı kurcalıyor. Üstad neler yaşamış, neler hissetmiş, hangi badirelerden geçmiş, hangi vartaları atlatmış; şiirden bunları devşirmeğe çalışıyorum. Cüce şair ve büyük sanatkâr kavramları kafamda dönüp duruyor. Bir tek mısraı bütün bir Türk şiirini kurtaracak kadar büyük bir şair olarak anılmakta iken daha, daha, daha büyük bir sanatkârlığa
Babamı Öldüren Şeyler, Mehmet Kahraman'ın üçüncü öykü kitabı. Yaşadığımız sıradan olaylar onun öykülerinde etkileyici bir yapıya kavuşuyor. Aile, arkadaşlık, kadın erkek ilişkileri, kaybedişler ve acılar karşısında insanların aldığı tavırlar, sarsıcı ruh hâlleri yetkin bir üslupla ele alınıyor. Kahraman'ın öykülerinin öne çıkan özelliği yaşanmışlık hisse vermesi. Kısa cümleler ve yalın dil ile akıcı bir anlatım sağlayan yazar, okuru derinden yakalıyor. Kendimizden parçalar bulduğumuz öyküler okuyoruz Babamı
Kahramanlardan geriye kalan nedir? Büyük bir isim. Öyle değil mi baba?
Benden geriye bir şey kalacak mı? İnsanın arkada bir şeyler bırakması ne kadar
gurur verici. Kutsal bir söz gibi taşıyacağım adını içimde, bundan emin
olabilirsin. Hiçbir şey bitmeyecek seninle. Belki yeni başlayacak. Büyük gün
baba, büyük günde çocuklar babalarının adlarıyla çağrılacak. Temiz bir isimle
gidebilmek baba. Yumuşacık elini tutabilmek. Bak, işte tutuyorum. Aç gözlerini
de bak. Küçükken tuttuğum gibi tutuyorum. Sımsıkı. Murat
Mehmet Kahraman öykülerinde titiz bir dil işçiliği sergiler. Dil, gerek tiplerle gerekse atmosferle tam bir
uyum içerisindedir. Tüm öyküler bir şekilde hayatın kıyısına düşmüş aile bireylerini anlatır. Öykülerinde
baba, çocuk ve anne motifi önemli bir yer tutar. Olayı değil o olayın yazarda yarattığı izlenimleri,
etkileri, çağrışımları öyküleştirir. Kahraman, hayatı buradan, ev içinden izler. Seslere, kıpırtılara,
gürültülere kulak kesilir. Anlatıcının yaptığı, ev içlerindeki uğultuyu sözcüklerin sesine dön
Zihinleri kontrol altına alınan insanları bio-robot olarak kullanmalarına seyirci
kalmadan, "Sözümün dostusunuz ancak çilemin yabancısısınız" diyen hisli yüreğe
cevap niteliğinde başkasının acısını içimizde hissettiğimizde insanlık onurumuzu
kurtarmış olacağız. Ötekilerin gözüyle dünyaya bakabilmek ve kutuplaşma putunu
kırabilmek için cesur ve yürekli insanların özverisine ihtiyaç vardır. Fedakârlık
samimiyet testine tabi tutulmuşsa, zamana rağmen zamana hükmetmek için
ayağımızdaki zinciri kırmayı baş
Üzerinden bir buçuk asır geçmiş olmasına rağmen, Divan Edebiyatı ile ilgili görüş ve düşünceler, bir türlü aynı noktalarda toplanamıyor. Tersine, en durgun ortamlarda bile söz ona gelip dayanınca azımsanmayacak bir hareketlilik göze çarpıyor.
Bütün bir şiir geleneğini ters yüz eden Orhan Veli, âhir ömründe "Ben divan şiirini çok beğeniyorum. Divan şiirinden sonra bugüne kadar da Türkiye`de şiir yazılmadığını zannediyorum." diyebildiğine göre, bu edebiyatın neden bu kadar tartışmaya yolaçtığını dikkatle irde
İnsanoğlu, hep iç içe olduğu fakat bir türlü tam tanıyamadığı bu alemin girdabına kapıldığı zaman hep şu soruların cevabını arayıp durmuştur:
Ben Kimim?
Nereden geldim?
Beni bu dünyaya kim getirdi?
Ben bu dünyaya getiren bir varlık varsa, bu varlıkla bir bağım hala var mı?
Bu soruların ve daha fazlasının cevabı bu romanda...
Devletlerin tarihleri incelendiğinde, geçmişte yaşanan önemli olaylarda devlet Başkanlarının ve dolayısıyla Cumhurbaşkanlarının önemli rol oynadıkları görülecektir. Cumhurbaşkanının devlet hayatını önemli derecede etkilemesi, kuşkusuz rejim içindeki önemli konumundan kaynaklanmaktadır.
1921 Anayasasında 1923 yılında yapılan anayasa değişikliği ile ülkemizde Cumhuriyet rejimine geçilmiş ve bu değişikliğin doğal sonucu olarak, Anayasada Cumhurbaşkanına (Reisicumhur) yer verilmiştir. 1921 ve 1924 Anayasası dö
Toplam 11 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.