Kimse işçi olmayı istemez. Hele de kaderi ve
tarihselliği işçilik olan köylüler... Toprağından
sökülüp alınanlar için her türden toplayıcılık, avcılık,
aylaklık, boşta gezerlik hatta dilencilik işçi olmaya
yeğdir. Eğer zor olmasaydı. Ama bu zor, salt açlığın
dayatması değildir.
İrfan Yalçın bu gerçeği 400 yıl öncesinin
İngiltere'sinden değil İkinci Dünya Savaşı yıllarında
Zonguldak'tan yansıtıyor bizlere. Bu dönemde
Zonguldak köylülerinin sırtına bindirilen
"mükellefiyet" yani madenlerde çalışma
zorunluluğu
Gün boyu güldüm düşündükçe, bunları yazarken de gülüyorum, ince bir tüy dolaşıyor tenimde
sanki. Gülmeme de saldırdı Usta o gün; gülerken ben, çıraklar, kalfalar da gülüyordu çünkü.
"Kendin gülüyorsun, başkalarını da güldürüyorsun, çalıştırmıyorsun!" diye söylendi. Gözleri mor
mor, şöyle dedi sonra: "Atmadılar seni boşuna, bu yaptıklarından, bu tuhaflıklarından hep!"
Okulunun Ankara'sına taşınan, herkesin "Canım"
demeye mahkûm olduğu bir genç kız. Ağaçlarla
konuşuyor, rüyalarında kuşlarla; kadınlığa uzanan
yolun başında, sevdası eksik bir mecnun. Komşusu
Dede'nin davetiyle girdiği bir işyeri: Ancak
aysarların düşleyebileceği; herkesin, cümbüşün
ortasında kendi yalnızlığını yaşadığı bir park, aydan
park, Lunapark.
İş arkadaşları Baba Cemal, Çingene Nuri, Cüce
Hamdi, Kapıcı Şehmuz ve kafesin içinde bir dev;
uzun, upuzun bir adam: "Afrika Canavarı," Canım'ın
hayvanı.
Zihni
"İçimden "N'olmuş bu gözlerine senin?" demek geliyordu. Tuhaf bir duyguya kapılmıştım.
Sanki kalabalık bir yerde gözlerini düşürmüştü de, binlerce insan basa basa onların üstünden geçmişti. Sonra da o, bu ezilmiş, parçalanmış, pörsümüş iki gözü yerden alıp göz çukurlarına doldurmuştu bastıra bastıra. Belki de bin yıl, on bin yıl yaşamış bir insanın gözleri olabilirdi böyle."
Beyoğlu'nda kitapçı dükkanı olan bir adam, aynı semtin arka sokaklarında bulunan Pansiyon Huzur'a taşınır. Sahibesi İnci, kiraladığı
Ülkenin bir yerinde bir yaşlılar yurdu... Ve yolları burada kesişmiş, değişik yörelerden, değişik katmanlardan "yaralı" insanlar... Bayan Kasımpatı, Bayan Gümüş, Karikatür Adam, Cabbar, Bay Sakallı, Bayan Minnoş, Bayan Çığlık, Büyük Kız Kardeş, Küçük Kız Kardeş, Menekşe, Bayan Cennet, Bayan Öğretmen, Bayan İp, Benek, Doktor, Doktor'un Bayanı, Albay... Her birinin öyküsü ayrı olsa da, şu ya da bu biçimde ezilmiş, yok edilmiş, zavallı insanlardır hepsi.
İrfan Yalçın, ustaca bir kurguyla, kahramanlarının birb
"Engerek" Molière'in insanları din ve Tanrı'yla avlayan Tartuffe'ü, Jules Romains'in şarlatan doktoru Knock'u ve Gogol'un üçkâğıtçı Müfettiş'iyle aynı aileden aşağı yukarı. Tanrı'ya inanıyor mu? Sanmıyorum... Ama Tanrı kavramı onun en yararlı oyuncağı. Beyni öbür dünya yalanlarıyla çitilenmişleri, Tanrı sevgisine tutulup kendilerinden geçmişleri Onunla korkutup kandırıyor, tuzaklar kuruyor. Engerek'in öyküsü, güncel siyasetin eleştirel yönlerinin ve politik çarpıklıkların mizahın gücüne yenik düştüğü bir de
Yirmili yaşlarında veremden ölen Zonguldaklı genç şairler Muzaffer Tayip Uslu ile Rüştü Onur'u pek çok şiirsever tanır da çoğu onların yakın arkadaşı Kemal Uluser'i bilmez. Yeditepe yayınları 1957'de Uslu ve Onur için (Necati Cumalı ve Salah Birsel'in hazırladığı) birer kitap yayınlamış, ama nedense Kemal Uluser için buna gerek görmemiştir.Oysa, Kemal Uluser de aynı yıllarda veremden ölmüştür ve iyi bir deneme yazarıdır. Üstelik de, dönemin ünlü eleştirmeni, kolay kolay beğenmeyen Nurullah Ataç Cumhuriyet g
Ama sonra sonra, ışıktan karanlığa, karanlıktan ışığa gidip gelmelerle geçen ve iki kelebek ömrü kadar süren bir zamanın ucunda, bir kurtarıcı gi¬bi görüyor işkenceci avcısını ve içindeki sonsuzluğun bittiğini duyumsuyor; artık var mı yok mu onun için uçuyor ve avlıyor; uzun uzun uçmalardan, avlardan ona dönüyor; alıp başını gitmiyor eski günlerinin uçsuz bucaksız özgürlüğüne; bulutlara karışıp kanat vurmuyor. Yorgun Sevda adlı son romanıyla 2009 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülünü alan İrfan Yalçından bu kez bi
Kendimi ne kadar alıştırmaya çalışsam da ona, bana bakışı ya da bakışsızlığı buzlardan. Getirdiğim peynirli börekleri, susamlı çörekleri yemiyor. Ye, dedikçe ben, içine kıvrılmış gibi duruyor, üşüyor sanki benden. Erken geliyorum bazı sabahlar; Cüce Hamdinin yakın bir lokantadan getirdiği renksiz çorbayı içerken yakalıyorum onu! Bırakıyor hemen, içmiyor; bana arkasını dönüp oturuyor. Sırtına dokunuyorum parmağımla; değişmiyor.
İrfan Yalçından, yıllar sonra bir yeni roman. Romanımızın usta kalemi, uzun bir
Türkiye´nin Kentleri Dizisinde Zonguldak.
İrfan Yalçın doğduğu kenti ve kendisini anlatıyor.
Yüz akı Türkiye´min, çiçeği köklerinde açan ağaç,
Ölümlerden gelip ölümlere giden şehir,
En derini emeğin, ekmeğin en namuslusu,
Yağmurdan yorgun sokaklarında bir akşamüstü.
Seni çoğaltıyorum içimde, sana saklanıyorum.
Toplam 10 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.