Ey Yolcu.
Ne Züleyha'yı kına, ne Yusuf'un iffetini yok say. Bil ki, Yusuf'un
mintanını yırtan aşk, kendini yok ederek bu öyküyü yazdırdı. Kutsal gerçeklerini bir yalana değiştirmesen, tanrıya verdiğin yakarışı büyü bozulduktan sonra
değiştirmek zorunda kalmazsın!
Ey Yolcu.
Bir dost kaybetmek, acının ve yalnızlığın en derini olmalı.
Bir ikinci kendini kaybetmenin hüznü olmalı. Felek yanlışımızı yüzümüze vurduğunda, insanlığın derin pişmanlığı bizi sarmadan kapıyı çarpmadan gitmeli,
dönmek istediğimizde o kap
mor bir nefestir yandıkça mum
ağlayan bir yetimdir ellerinde ateş
mevsim intizar, mevsim taşları yiyen dev
bir ölünün cebinde kalan keder
hatırlatıyor bana takvim yapraklarını
ey sesimi sesine bastıran hüzün
aydım, taşları yedim
parmaklarımı kıran yabani rüzgar
tutuşturulmuş hoyrat dal uçlarımı!
yol bilmezim,
içimdeki taşları bir bir ayıklayan giz
her bir yıl, başka bir yola döşer sancısını
ve yarım kaldı mı ay, yarım kaldı mı güneş
şiirsiz kalır şehir, dumansız kalır ateş
Krallar, kendi ülkelerinin vatandaşlarını yemeğe başladığından beri, gecelerin gündüzleri yuttuğu, dağların gömülmek için diriltildiği, tanrıların insanların arasına karışıp insanlaştığı ve ölümlülerin tanrılar arasına alınıp tanrılaştırıldığından beri, kör ve topalın sağlam, sağlamın hasta kabul edildiğinden beri, acımanın acıma kabul edilmediği günden, ölüme ve dirime inancın kaybolduğundan beri, her kederin ve her kaderin ortak yazgısına ellerin karıştığı, hile ile karıştığı, kralın soytarıyı, soytarının
Bahar geçti, yaz geçti, yangın geçmedi, hezeyan geçmedi, geçmiş devirlerden kalan yalan geçmedi. Sanırım üç kuşak boyu içime hapsolan hüzün kuşları bir türlü uçmayı beceremiyor, beni hazandan hazana vurup duruyor. Ve her vurduğunda bir tarafımı kanatıyor sonbahar günlerinde. Bir yoksulluk, bir yoksunluk yapışıyor yakama. Beni sarsan yağmurlardan bilirim.
Aylardır gecenin sesini duymuyordum, özlemiştim. Gecenin kalp atışlarını kulağıma fısıldayan ay ve yıldızlar. Suskun akasya ağacı. Onu kollarıyla sarıp sa
Bilgenin Günlüğü, şuuraltından fışkırmış, monolog yanı ağır basan; kültür, sanat, edebiyat, felsefe, sosyoloji kültü içerisinde vals yapan söz rakkasesi. Biline gelen bir tarzdan öte, öykümsü bir anlatım meddahı. Şiir ve şair, aşk ve âşık ile akrabalık bağları güçlü olan aşk ehli, kelam erbabı. Arada bir sahnede yerini alan Bilge; hikemî tarzıyla öğütler veren güne ve konuya dair son noktayı koyan, çağdaş bir derviş. Bilge, edasıyla ve bilgisiyle bazen bin/ler yaşında bir kâmil, bazen de delikanlı bir
Zagros Çığlığı, Zerdüş kültürünün ana prensipleri etrafında örgülenmiş lirik anlatımlı bir romandır. Karanlıkla ışığın savaşında her yeri aydınlatan ışığın, ateşle aşkla konuşması romanın kurgusunu oluşturur. Krallar, tanrılar, kâhinler ve bilge insanlar, kimi zamanda varlığın bizzat kendisi ateşi kutsar. O olmadan varlığın kendisi de anlamsızdır. Ateş kutsaldır. Ve kutsal olan ateş taliplileri için bir cennettir. Cehennem, ateşin kıvılcımlarından akan bir şelaledir. Arınmanın, sevinç ve üzüntünün arkadaşı
sabah olmadan
tapınırken sorgusuz sualsiz
kimseler duymadan
sevmek can dilinde virgül
canan dilinde nokta kadar
yağmurlarla ıslatarak saçlarımızı
koşalım aşk meydanına
daha
kimseler varmadan
ey mutsuzluk
bana bir yalan uydur
kimseler vurmadan
...kızıl, kıpkızıl güneş bohçasını dürmeden sokağa çık, dört yol ağzına gel... her yolun sonunda bir nehir göreceksin... her nehrin üzerinde kadim bir köprü kuruludur... birinci yolun birinci suyunun üstündeki köprü tahtadan, ikinci yolun ikinci suyunun köprüsü taştan, üçüncü yolun üçüncü köprüsü demirden, dördüncü yolun dördüncü suyunun üstündeki köprü alaşımdandır... her su ayrı bir renk, her köprü ayrı bir yapım, her yol ayrı genişliktedir... her yoldan gitmelisin, her köprüyü adımlamalısın, her nehire d
Bu kitap, Tuşbanın İncisi Semiramis romanının devamı şeklindedir. Olayları, kişileri ve romanın seyrini iyi anlayabilmek için birinci cilt niteliğindeki bu kitaba bakılmalıdır.
Urartu Krallığının Başkenti Tuşbaya bağlı bir eyalet olan Daryon'a giden iyi niyet elçilerinin Tuşba'ya dönerken başından geçen macerayı anlatmaktadır. Bu heyette Kral Menua'nın oğlu Veliahtı Prens İnişpua da vardır.
Tarihin seyrine baktığımızda, Kral Menua'dan sonra kral olan Argişti'dir. İnişpua'dan hiç bahsedilmemektedir. İşte tar
kaderime zar attın, gecenin sesiyim ben
sesime türkü katar masalda ejderhalar
çin ne kadar uzaksa güneş bana görünür
uçtuğum her menzilde bir yıldız oluyorum
sen savaşan kalbimin silahısın ok ve yay
vuruldukça her yıldız damlıyor kıpkızıl kan
ah canan, dilimde cananımsın
gör dipsiz kuyulardan sana sesleniyorum
içimde dağdeviren bir yalnızlık türküsü
bir yağmur hüznümün saçlarını taradı
ritimler eşlik eder derbeder bir bakışa
kalakaldım ansızın güz saçlarını döktü
hazan morlaşan lâl dudaklarıdır leylanın
kör bir nazar acıtır teninde esmerliği
sapsarı bir sokakta gazeller halkalanmış
bülbül feryat etmekte güller tomurcuklanmış
al bir ata binmişim bir seherin vaktinde
ağaran saçlarımda tel tel duvaklar kalmış
kuşlar uçar yüksekten havada gam sesi var
bahçeler yorgun düşmüş rüzgarın ney sesinden
kimbilir hangi
...Zaman güçlünün ayakta kaldığı zamanlardı. Kim güçlüyse oydu kral. Kim güçlüyse yine baskın erk oydu. Büyük büyük dedesi kudretli Kral Sardur, Tuşba Kalesini inşa ederken, işte onun tam da en çok sevdiği burcun altına, o koca ve yekpare olan büyük taşa kitabesini böyle yazmamış mıydı?
İçinde sevgi kırıntıları taşıyan her fert, umudun bir gün tazelenip yeşilleneceğini bilir, sırrın ve gizin bir gün faş olacağını anlar, bir düşün bir gün gerçekle yer değiştireceğini sezer, bu düşün içine gizlenen perinin b
Toplam 13 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.