Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 31 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1
13. yüzyılın başlarında, bozkırın efendileri tek tanrılı ve tek kağanlı bir dünya düzeni kurmak için birbirleriyle kıyasıya mücadele içindeydiler. Tarihe "Devlerin Savaşı" olarak geçen bu mücadelelerin en zorlusu da Cacıratlı Camoka ile kan kardeşi Kıyatlı Temuçin arasındaki savaşlardı. Camoka, tüm gücüyle savaşıyordu. Amacına ulaşmak için Olcay Ata'nın güç simgesi sihirli kalkanını ele geçirmeye karar verip Maymun yılının üçüncü ayında doğuya uzun bir yolculuğa çıktı. Herkes kalkanın doğunun en do
On üçüncü yüzyılın ikinci yarısında İslam dünyası, siyasal birliğini kaybetmiş, birbirlerine düşman emirliklere bölünmüştü. Haçlılar doğudan gelen istilacı Moğol ordularının da desteğini alarak İslam dünyasına dehşet saçıyor, girdikleri yerde taş üstünde taş bırakmıyorlardı. Bağdat ve Şam'da yediden yetmişe herkesi kılıçtan geçirmişlerdi. "Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez" derler. Bu korku ve cinnet ortamı, sonunda efsanevi bir kahraman yarattı. Sivas'ta satılan bir köle, Moğolları on sekiz, Haç
Bu kitapta, aşiretten cihan devletine geçişin, ilginç ve meraklı hikâyesini bulacaksınız. Bu süreçte, bilmediğiniz, bilip de unuttuğunuz o kadar çok ayrıntı var ki... İşte bazıları: * Geyikli Baba, Kumral Abdal ve Şeyh Edebali gibi savaşçı dervişlerin düşünce yapısı. * Alplerle abdalların işbirliği ve Alp-eren gerçeği. * Deha ve deliliğin, efsane ve masalın, değişim ve sıradanlığın kesiştiği bir zaman dilimi. * Zamanla yarışanlarla zamana hâkim olmak isteyenlerin aynı amaçta birleşmesi. * Sakarya'nın yata
Dünyanın en eski toplumlarından biri olan Türklerin, tarih sahnesine ilk kez Orta Asya'da çıktığı bilinmektedir. Türkler tarih boyunca hareketli bir yaşam sürmüş ve koşullar gerektirdiğince çeşitli bölgelere göç ederek geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Göçebe bir kavimken güçlü bir uygarlık kuran Türklerin siyasal unsurları, kültürel birikimleri, günlük yaşama dair âdet ve gelenekleri hem onlarla beraber yayılmış hem de gidilen yeni toprakların unsurlarıyla harmanlanmış ve bunun doğal sonucu olarak zengin b
Tüm dünya onlara deli diyordu ama hiçbiri gerçek manada deli değildi. Yaşadıkları dönemin en iyi savaş eğitimlerini almış; taktik ve strateji belirlemede tüm sıradanlıkları aşmışlardı. Tek seferde bir deveyi bile öldürebilen Osmanlı tokadının en iyi ustaları olan deliler, ordunun da en yaman silahşorlarıydı. İstihbarat savaşlarının inanılmaz boyutlara ulaştığı bir dönemde, dört deliden oluşan grup, gizemli Barnabas İncili'ni ele geçirmek üzere yola koyulur. Bu esnada Osmanlı Devleti'nin yurt içi ve yurt dış
Hanlar hanı Hülagu, bir dağ kaplanı kadar keskin bakışlarını gözlerime dikip, bir süre öylece kaldıktan sonra şöyle dedi. Alamut bir sonraki dolunayda düşecek. Kaledeki ilmi eserlerin dışındaki kitapları yaktır. Yaktır ki, insanlar onları okuyarak yollarını şaşırmasınlar. Sonuç dediği gibi oldu. Dolunaylı bir gecenin sabahında kale düştü. Peki ben görevimi tam olarak yapabildim mi? Buna evet diyemem. Çünkü yakmam gereken kitaplardan birini yakmamıştım. Dağ şeyhi Hasan Sabbahın günlükleri çantamdaydı! Aradan
İç ve dış düşmanların hile ve entrikaları ile ayrışarak dağılan bir devlet, kültürel varlığı yok edilmek istenen bir toplum, halkını kölelikten kurtarmak isteyen bir kahraman... Cesur, güzel ve ihtiraslı prenses Şila'nın beklentileri, Büyücü Alangoya'nın sihrine karşı Şaman bilgeliği, ölümden ölümsüzlüğe geçişin bedeli, sadakatin ve ihanetin, kahramanlığın ve cesaretin sınandığı bir yaşam... Aşk, sevgi ve ötesi ve çok sesli bir ölüm...
"Ey insanlar! Malumunuz olsun ki, bütün kahraman askerlerim, bütün İslam'ın sırtını dayadığı yer, manevi gücün desteği olan Medine'yi, son fişengine, son damla kanına, son nefesine kadar korumaya ve kollamaya me'murdur. Bu asker, Medine'nin enkazı ve nihayet Ravza-ı Mutahhara'nın yeşil türbesi altında, kan ve ateşten dokunmuş kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır. Ey Osmanlı ordusunun yiğit subayları! Ey her cenkte cihanı tir tir titr
İlmi ve irfani geleneğin uzak sınırlarında yaşayan insanoğlu, varlık planını arayıp durdu. Tanrı'nın yarattığı ilk varlığı merak edip, kainatın bilgisine takıldı yıllarca. Derken, her şeyi tam olarak bildiğini zannettiği bir anda zamansızlık ve mekânsızlık kesti yolunu. İşte Hallac-ı Mansur efsanesi böyle bir ortamda doğup büyüdü. Meraklı bir genç olan Hallac-ı Mansur'un öğrenmek istediği o kadar çok şey vardı ki, isimlerini saymak bile insanın başını döndürmeye yetiyor. İşte onlardan bazıları: • Yıllardır
Düşünün ki Boğaz Köprüsü'nden arabanızla geçerken, arka koltukta birinin oturduğunu fark ediyorsunuz. "Sen de kimsin?" diye sorduğunuzda, Mimar Sinan olduğunu söylüyor. Ne yaparsınız? Zamanda yolculuk yapma fırsatını elde eden dört seyyah, kendilerini İstanbul'un fethinde bulurlar ve kuşatmanın günü gününe ilerleyişini Sultan Mehmet'in ağzından dinlerler. Fethin başarılı olmasını sağlayan ama bilinmeyen o kadar çok ayrıntı vardır ki, kahramanlarımız duyduklarına inanmakta zorlanırlar. Mimar Sinan ile tanı
Tarih, M.Ö. yedinci yüzyıl... Dönemin iki büyük gücü Medler ve Çinliler, Orta Asya'da egemenlik mücadelesi veriyorlardı. Bu süreçte Turan ili dağıtılmış; obalar, boylar ve budunlar tutsak edilmişti. Egemen güçlerin tüm baskı ve şiddetine rağmen, Turan boylarından Sakalar, esarete boyun eğmeyerek Tanrı Dağlarına çekilip, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi başlattılar. Fakat Sakaların başkaldırısını kimse ciddiye almıyordu. Turan İlinin yeniden kurulacağı umudu tamamen yok olmuşken, saygın bir kâhin; koyun yı
Tükendi
...Adamın sözü biter bitmez Ali birliklerine hücum emri verdi. Okçular, kalkanların himayesinde atışlarına başlarken, aniden beklenmedik bir şey oldu. Kale kapısı açıldı ve en az beş yüz kişi üzerlerine hücum etti. Yaklaşık elli kişi Ali'nin üzerine, geri kalanı da diğer tarafa saldırdılar. Müslümanlar böyle bir karşı saldırı beklemiyorlardı. Üzerlerine yağmur gibi ok yağıyordu. Kale önünde kıran kırana savaş devam ederken Ali sağ elinde kılıcı olduğu halde sol eliyle mızrağı başının etrafında daire şeklind
XII. yüzyılın sonlarına doğru, Kuzeydoğu Anadolu ve Kafkaslar'da egemenlik mücadelesi veren bir kavim vardı: Kumanlar. Bu sarışın Türklerin bir kısmı Gregoryenlik mezhebini kabul ederek çocuklarına Ermenice, bir kısmı da Ortodoks mezhebini kabul ederek Gürcüce isimler koyuyorlardı. Etnik kimliklerini korumayı başaran Kumanların bir kısmı da İslam'ı seçtiler. Soygun, yıkım ve talan düşüncesinin cesaretlendirdiği Haçlı Seferleri onları da etkiledi ve Kumanlar da din-mezhep kavgasına düştüler. Bu, bir bakıma i
Tükendi
Cengiz Han, gökte tek Tanrı olduğunu düşünüyordu. İstiyordu ki yerde de tek hükümdar olsun. Kurmayı düşündüğü "Dünya Devleti" bu düşünceden doğmuştu. Bunun için de zamana ve güce ihtiyacı vardı. Zamana hakim olma düşüncesi, onu "Abuhayat" denilen yaşam iksirinin peşine düşürdü. Dünyanın sayılı bilim adamlarını sarayında topladı ve ünlü bilim adamı Çang-Sun'a sordu: "İstiyorum ki dünyada benden güçlü kimse olmasın. Bu mümkün mü?" Çang-Sun biraz düşündükten sonra, "Dünyanın ünlü bilim adamları emrindedir. O
Resulullah'ın torunu Hz. Hüseyin, Kûfe'ye gitmek üzere Mekke'den ayrılırken başına gelecekleri bildiği halde neden gitmekte ısrar etti? Çuval dolusu mektuplarla kendisini davet eden Kûfeliler, neden sözlerinde durmadı? Şair Ferezdak, Kûfe yolunda Hz. Hüseyin'e neler söyledi? Hz. Hüseyin'in amcasının oğlu Akîl, mektubunda neler yazmıştı? Kerbela canilerinin ibretlik sonlarından, yeterince ibret alındı mı? Hz. Hüseyin'in yapmak istediklerini Ebu Müslim Horasani yapabildi mi? Emevilere göz açtırmayan tahta kıl
Ben Çingiz evladından Ürgençli Muhammet Han'ın oğlu Ebulgazi Han'ım. Otuz dokuz yaşıma bastığımda takvimler bin elli biri gösteriyordu. Yılan yılında Harezm ülkesinde babamın tahtına oturmuş, devlet işleri ile meşguldüm. O yıllarda Türkmenler Mankışlak'ta, Ebulhan ve Tecer Suyu'nun öte yakasında oturuyorlardı. Yıllar önceydi. Hiç istemememe rağmen onlarla çok kanlı savaşlar yaptık. Her iki taraftan da suçlu-suçsuz binlerce insan öldü. Sonunda hepsi bize tabi oldular. İyilerini nöker, kötülerini hizmetli kıl
Barbaros denince kimileri gerçekleşmiş bir efsaneyi, kimileri efsaneleşmiş bir gerçeği algılar. Kimileri de korsan sıfatını yakıştırır ona. Oysa o, kalıtımsal bir kahramanlığın vazgeçilmez yazgısında, kendisini ve yoldaşlarını derya abdalları olarak tanımlar. Onun hayatı, bir bakıma deryada abdallığa adanmış bir ömrün hikâyesidir. On altıncı yüzyıla onun gözünden bakarsak görmediklerimizi bile görürüz. Görürüz de bazen utanırız insanlığımızdan. Bazen de gerçek insanları tanıyıp gururlanırız. Gördüklerimizde
Gücün her şey, her şeyin de güç sayıldığı bir zaman diliminde, Orta Asya'da eş-siz bir kahraman doğdu. Aşinaoğlu Kültigin diyorlardı ona. Ok yağmurları, kılıç şakırtıları ve at kişnemeleri arasında büyüdü. İnsanlığın güce taptığı bu dönemde o; Tanrı, vicdan, mertlik ve sevgi gibi güç ötesi değerlere inanı-yordu. Basiretin, bilgeliğin ve cesaretin güçlendirdiği yenilgi tanımaz bir karakter, asker-lik mesleğinde ve savaş sanatında farkındalık yaratan bir kahramandı. En umutsuz anlarda bile umudu görebilecek
İşçi hareketlerinin Osmanlı'da algılanış şekli çok farklı olmuştu. Komünizmi, memleketin tek kurtuluş reçetesi olarak görenler, onu herkese sevdirmek zorunda idiler. Milliyetçiye de, dindara da, köylüye de, işçiye de. Kapitalist Avrupa karşısında yalnız olan Rusya için Osmanlı, -sadece ortak düşmandan dolayı olsa bile- iyi bir strateji ortağıydı. Yine kapitalist Avrupa'yla bütün imkânsızlıklara rağmen mücadele eden Türkler için de Rusya, tutunulacak tek dal durumundaydı. Milli Mücadele yılla-rında Osmanlı-R
Tükendi
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 31 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1