"Babam, tamı tamamına yirmi beş yıl sonra, bir elinde yıllanmış üç telli bağlaması, diğer elinde ahşap bavulu, kapımın önünde diz çökmüş, gece vakti aniden ortaya çıkmış mahcup bir konuk veya geçip giden zamandan borcunu mahsup etmeye gelmiş eski bir alacaklı gibi öylece beni bekliyordu."
Evvela, baba-oğul hesaplaşmasına dair bir roman bu... Kırgınlığın, kızgınlığın, suçluluk duygusuyla, hayatından çıkartma arzusunun kopamamakla boğuştuğu bir hesaplaşma. Romanın kahramanı avukatın "Her oğul gibi, ne kada
bir buz parçası gecem gündüzüm
dolanı dolanı bir noktayım artık
taş bile taşa tozunu verirken
senden bir haber gelmiyor.
ellerim,
o eski bozkır söylencesi:
bir sırdı; çaldı kapıyı gitti diyor.
ayağ göçürdün
toprak kattın
taş bağladın
kanatlarım o yüzden uçamıyor.
bin rüyayı bir tek rüyada gördüm
yedi sabah içre dönsem de
acı geçiyor
acı geçiyor
acı elbette geçiyor
acı çekmiş olmak geçmiyor
Kemal Varol, ilk romanı Jar’da 80 darbesinden sonra bir kasabanın ruhuna düşüp gelen iki ihtiyar adamı, birbirine küsen iki kardeşin karşılıklı kurulan meyhanesinde oturtuyor. Nihayete ermeyen, iç içe geçmiş, ihtimal ki bir sırra dönüşmüş, bu sırrın peşi sıra akıp giden hikayeler eşliğinde, o iki adam öfkeyle bakışmaktan asla yorulmuyor. “Komik” dediğiniz bir an yara kanarken “hüzün” dediğinizde bir tebessüm peyda oluyor… Fonda gürül gürül memleket!
Jar, gerçek hikayenin peşinde merakla sürükleneceğiniz
Ucunda Ölüm Var memleketin dört bir yanını dolaşan, hevesini gönlünden bir an olsun eksik etmeyen, yarım asırlık sevdasının peşinde dünyadan çağırı çağırı geçen Ağıtçı Kadın'ın hikâyesi.
Kemal Varol, ayrılığın ve ölümün bilgisiyle ilmek ilmek kurduğu romanda, bir geleneğin son temsilciyle düşüyor yollara. Konya, Bursa, İstanbul, Erzurum, Arkanya ve Arguvan... Uğradığı tüm şehirlerde Heves Ali'den bir iz, bir koku arayan Ağıtçı Kadın, yüzünü görmediği ölülerin hikâyelerinden ipuçları topluyor; saz âşığı H
Kemal Varol külliyatının en yeni parçası Kara Sis, birbirlerine hikâyelerini anlatarak varlıklarını sürdüren mahkûmların mevcut zaman içinde ve zaman dışındaki yaşamlarını konu ediniyor.
Mesut Hoca'nın anlatıcı gözüyle büyüyen ve perdeye yansıyan roman, yeni gelen mahkûmun, müebbet Barana'nın gizemli ve kendini açmayan mühürlü dudakları arasındaki sırra odaklanıyor. Günaşırı türlü bahanelerle dövülen Barana kimdir, ne suç işlemiştir, neden susmaktadır?
Bir kızıl saç telinin rüzgâra uyup geldiği, gelip
"Kendimizi avutalım, yarın öbür gün başımız önümüze düşmesin diye esmer diyorlardı bize. Külliyen yalandı. Ben karaydım. Gobi, benden karaydı. Ferdi karaydı. Domestos karaydı. Zülküf karaydı. Ramazan karaydı.
Dilan karaydı. Zülfiye karaydı. Azat vardı bir de. Bize pek benzemiyordu.
Çünkü Azat kapkaraydı. Ama en fenası Şener'di. Çünkü o beyazdı.
Kimimizin gözleri siyah, kimimizin kahverengiydi. Ama Şener'inkiler yeşildi.
Hacca gitmiş komşularımızın dış kapılarına sürdükleri boya gibi yeşil. Hatta türbe y
Yaşlanmak ıslah etmemişti iki meçhul adamı. Arkanya'daki iki ayrı
meyhanenin bahçesinde oturmuş nefret dolu bakışlarla birbirlerine
bakıyorlardı günlerdir. Aralarına sımsıkı bir ip gerilmiş gibi ölüm kokan
gözlerle zamanı kolluyorlardı. Upuzun bir caddenin ikiye böldüğü
tozlu yoldan gelip geçen insanların bakışlarına aldırdıkları yoktu.
Masanın üzerine koydukları sabırsız ellerini habire tıkırdatıyor, ayakları
bir anda ileriye atılmak için sandalyelerin altında aralıksız sallanıp
duruyordu. Vakit yaklaşıyor
Ölüyorum.
Bu kez sahiden ölüyorum.
Gelecek misin yasıma?
Boz Atlı Hızır gibi son nefesime yetişecek misin?
Ucunda ölüm var Heves Ali'm, ucunda elbette ölüm var.
Gelmeyeceksen, elini son kez omzuma koymayacak, alnımı öpüp
yolculamayacaksan, bağışlanma dilemeyeceksen;
adını aldığın Ali hakkına söyle bari: Sahiden sevdin mi beni?
Kederli sözlerin, kurumuş gözlerin, tozlu yolların, saklanan
mendillerin, içli kıpırdanmaların misafiri, cenazelerin duacısı,
hikâyelerin sırdaşı... Dünya ölümlü, gün akşamlı... Son A
Belaydık. Bitirimdik. Tuttuğumuzu koparırdık. Bazen ödlek kedilerin
peşine düşerdik. Nefes nefese kaçacak bir delik ararlardı. Bazen
de sokak sokak gezer, Ne geçiyon la burdan, diye korkuturduk
yabancıları. Betleri benizleri atardı. Onların deyişiyle, itin götüne
girmiş gibi olurlardı. Sonuçta insanlarla aramızdaki mesafe açılır ve
kimse bir şey vermezdi bize.
Onun adı Mikasa. Melsanın âşığı, uzun ince gövdesi, siyah benekleri
var, güzel de bir burnu. Makam Dağının, Papaz Gölünün adını
biliyor. Güneylilerle
Bu kitap; teknik çizimi mesleklerinde etkin bir iletişim aracı olarak kullanan; makina, endüstri, tekstil, kimya, metalürji ve gıda mühendisleri ile teknikerler için başvuru kaynağı, bu alanda eğitim gören mühendis ve tekniker adayları için de bir eğitim kaynağı olabilecek bilgileri kapsamaktadır. Bu konuda yazılmış birçok kitaptan farklı olarak konular; fazla detaya girilmeden çarpıcı olarak sunulmuştur. Günümüzde makina üretiminde önemli bir konu olan boyutsal tolerans ve geometrik toleranslara ağırlıklı
bir buz parçası gecem gündüzüm
dolanı dolanı bir noktayım artık
taş bile taşa tozunu verirken
senden bir haber gelmiyor.
ellerim,
o eski bozkır söylencesi:
bir sırdı; çaldı kapıyı gitti diyor.
ayağ göçürdün
toprak kattın
taş bağladın
kanatlarım o yüzden uçamıyor.
bin rüyayı bir tek rüyada gördüm
yedi sabah içre dönsem de
acı geçiyor
acı geçiyor
acı elbette geçiyor
acı çekmiş olmak geçmiyor.
"Kemal Varol'un şiiri, bütünüyle bireysel bir ses ile atavist bir yönsemenin birbirine sarmalanarak ve birbiri
Haydarpaşa, Sirkeci, Basmane Memleketin namlı garları. Hele
Haydarpaşa: 2008de yüz yaşını doldurduğu günden beri akıbeti
konuşuluyor, hayatına bir gar olarak devam edip etmeyeceği kaygıyla
bekleniyor. Hiç şüphesiz, Türkiyenin belli başlı manzaralarından,
tipik şehir peyzajlarından biri o: Haydarpaşa.
Kemal Varolun hazırladığı kitap, sadece Haydarpaşaya değil, bütün
memleketteki garlara bakıyor. Sadece büyük garlara gitmekle de
kalmıyor, bazı ara garlara da uğruyor. Doğudan batıya, kuzeyden
güneye, dizi dizi
Seksen darbesinden üç yıl sonra Doğuda bir kasaba Günün birinde kimselerin tanımadığı iki yaşlı adam, kasabadaki iki ayrı meyhanenin bahçesine kurulup öfkeyle birbirlerine bakmaya başlar. Bu sabırsız, öfke dolu iki adamın hikâyesi giderek onları izleyenlerin hikâyesiyle buluşur. Kinle zehirlenmiş roman kahramanları öfkelerini yenmek için gücünü özellikle sözlü kültürden alan bir oyuna katılmaya karar verirler. Jar, kin duygusunun insan ve toplum üzerindeki izini sürerken, benzersiz bir kasaba portresi sunuy
artık buruşuk bir çarşaf gibi dağılan
yüzüne bakınca anladım ancak:
anneler erken
ölümlerine yakın sevilir babalar
İlk kitabı Yas Yüzükleri'ni bir solukta okuyunca, şiirde birçok şeyi geride bırakmış bir şairle karşı karşıya olduğumu anladım.
Mehmet H. Doğan
Kemal Varol, daha ilk şiir kitabında, yaslı bir benlik tasarımını üstlenmiş olmakla şunu da yapıyor: Doğu'nun şiirinde o malum kederli değerlerle yüzleşmek, bilgeliğe giden yolun kaçınılmaz uğrağı olan keder kalıtına katılmak.
Mahmut Temizyürek
yaban olaydım gelirdim merhamet sathına
içimdeki bu fazla yaldızı döker
makas değiştiren trenlerin permilerine sığınarak
uzak çocuklarıyla konuşurken
hep sesi titreyen babamın
ilmini anlardım o zaman:
ey bulanık geçmiş, onun gam oğulları
neden babalarla bu kadar sus çocuklar.
Çünkü
suyla dönen bakraç
taşlara çarpınca anlar:
herkesin içinde eksik bir yusuf vardır.
çünkü
su ve ateş
kuyu ve dağ birdir:
bazı çocuklar kalır
bazı çocuklar bıçak içindir
Kemal Varolun şiiri, tümüyle bireysel bir ses ile atavist bir yönsemenin birbirine sarmalanarak ve birbirini çelerek ilerleyişi. Kıvılcımlar çaktırarak
Orhan Koçak
Toplam 16 kayıt bulunmuştur
Gösterilen 1-20 /
Aktif Sayfa : 1
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için, amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.