Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 710 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1
Hz. Ömer’in (ra) halifeliği döneminde Arap Yarımadası’nın doğusunda yer alan Sâsânî İmparatorluğu’na yönelik fetih hareketleri yoğun bir şekilde sürdürülmekteydi. Bu süreç içerisinde fetih hareketleri gerçekleştiren askerlere destek amacıyla garnizon olarak kurulan Basra, Müslümanların kurduğu ilk şehirler arasında yer alması nedeniyle önem arz etmekteydi. Daha önce şehir kurmaya dair bir tecrübeden yoksun
Tarihi süreç içerisinde insanları hidyete erdirmek amacıyla pek çok seçkin dini şahsiyet gelip geçmiştir.Bunlar gerek yaşam tarzlarıyla gerekse getirmiş oldukları mesajlarla bulundukları toplumda örnek bir kişilik sergilemiş ve herkesin takdirini kazanmışlardır.Fakat bu seçkin şahsiyetlerin vefatlarından sonra hem beşeri yaşantıları hem de getirdikleri mesajlar zamanla değiştirilerek tahrif edilmiş, haklarında masal ve menkıbe üretilerek ulaşılması ve örnek alınması mümkün olmayan olağanüstü ve mucizevi bir
İnsanoğlunun tarih içindeki yürüyüşüne, yücelişine, inkırazına; ortaya koyduğu güz ve iradesine en iyi şahitlik yapan başat unsurlar şehirlerdir. Bu itibarla tarih, inançların, zaferlerin, direnişlerin ve yıkılışların sembolü haline gelen sayfalarında ayrı bir önem atfetmiştir. Mekke, insanoğlunun değişik yönlerini çerçeveleyen şehirlerin içinde insanın karakterini yapan bütün unsurları yansıtan bu önemi haizdir. Bir yanıyla cahiliye döneminde her üç semavi dinin doğuş yeri olan ve o dinin inanç sembolünü
Beş asır boyunca Müslümanlar'ın önderliğini temsil eden Abbasi halifeliği, İslam tarihinde Osmanlılar'dan sonra en uzun ömürlü devlettir. Abbasiler, uzun süre Müslümanların siyasi hayatına hakim olmuş, son anına kadar da İslam dünyasının manevi liderliğini sürdürmüştür. Bu tarihi süreçte dini, sosyal ve kültürel alanda çok büyük değişimlere şahit olunmuştur. Değişimlerin yaşanılan sürecin siyasi hayatıyla doğrudan irtibatı bulunmaktadır. Binaenaleyh asırlar boyunca gerek İslam aleminde, gerekse o dönemin bi
İslâm tarihinde Muaviye b. Ebû Süfyanın Hz. Hasandan halîfeliği devralmasıyla başlayıp Mervan b. Muhammedin öl-dürülmesine kadar geçen döneme Emevî Asrı adı verilir. Gerek Hz. Peygamber (sav) devrinde yaşamış sahâbe ile ondan sonraki nesil arasında bir zaman köprüsü olması, gerekse bu süreçte meydana gelen hadiselerin Müslüman-ların zihninde derin izler bırakmış olması sebebiyle, Emevîler devleti İslâm tarihinin üzerinde en fazla tartışma yapılan dönemini teşkil eder. Bu tarihi sürece dair akademik, entelle
Unutulmamalıdır ki, Hulefa-i Raşidin dönemi Hz. Peygamber'den (sav) sonraki İslâm tarihi sürecinin en önemli kısmına tekabul etmektedir. Gerek ilk Müslümanlar'ın siyasî, sosyal ve dinî faaliyetleri, gerekse İslâm dininin pek çok kıtada yayılış tarihinin iyi ve doğru anlaşılabilmesi, bu zaman diliminin sağlıklı bir şekilde anlaşılmasıyla doğrudan ilgilidir. Kanaatimizce bütün bir İslâm tarihi sürecinde olduğu gibi, ilk dönem hadiselerinin de aynı şekilde hiç bir ön yargı taşımadan, samimi gayr
Küçük kız, yolculuğun sonunda Kâinatın Güneşi'ni tanıyor ve O'ndan daha önemli bir bilgi, O'ndan daha önemli bir iş, O'ndan daha kıymetli bir insan olmadığını öğreniyor. Hz. Muhammed'in sevgisiyle tüm kötü huylarından kurtulup yeni bir kimlik kazanıyor. Bu ise küçük kıza, yani Zehra'ya tevekkül sahibi olmayı, saygıyı, kendinden kötü durumdakileri düşünmeyi ve daha pek çok güzel duyguyu hediye ediyor.
Bu kitap, Şeyhülislamlığın tarihi mirası olmasının yanı sıra mekân ve arşiv gibi kültürel mirasın üzerinde bugün hizmetlerini sürdüren İstanbul Müftülüğü ’nün tarihini konu edinmektedir. Şeyhülislamlık makamından yola çıkılarak Cumhuriyet tarihine ve nihayetinde Müftülüğe dönüşümünün seyrini kapsayan bu çalışmanın dayanak noktaları, Şer’iyye Sicilleri ve Meşihat arşivi, kataloglar ve İstanbul Müftülüğü kütüphanesinde yer alan eserler, Diyanet İşleri Başkanlığı özlük dosyaları, gazete, mecmua ve dergi tarama
Geçmişten günümüze İslâm toplumunun en önemli tartışma konularından biri imâmettir. İmâmiyye Şîası’na göre Müslümanların din ve dünya işlerinin idaresi kişilerin tercihlerine bırakılmamış, ayet ve hadislerle takdir edilmiştir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’den sonra onun yerine geçecek ismin Hz. Ali olduğu iddia edilmiş, bunun en önemli delili olarak ise Hz. Peygamber’in vefatından kısa bir süre önce vuku bulan Gadîr-i Hum hadisesi gösterilmiştir. Ehl-i sünnet ise Şîa’nın bu iddiasına karşı çıkmış ve
Benî Hâşim ve Benî Ümeyye arasında, İslâm öncesinde, bu iki kabileye isimlerini veren Hâşim ve Ümeyye ile birlikte baş gösteren çekişmeler, İslâm döneminde de devam etmiş, ilk Abbâsîler dönemine dek sürmüştür. Zaman zaman aralarında iyi ilişkiler de cereyan etmiştir, iki kabile arasındaki evlilikler, düşmanlarına karşı birlikte savaştıkları dönemler buna en güzel örnektir. Mücadele iki kabile arasında cereyan etmiştir ama bu olayların dinî, siyasi, iktisadi, sosyal ve psikolojik sebepleri mevcuttur. Hatta b
Hadislere karşı mesafeli duran ve daha çok mesâil, şurût, re’y veya mezhep fıkhı olarak adlandırılan Endülüs Mâlikîliğini yeniden Muvatta’da görülen hadis-fıkıh dengesine oturtmak isteyen Endülüslü hadisçilerin başında şüphesiz İbn Abdilber gelmektedir. Nitekim İbn Habîb ile başlayan bu anlayışın, Baki ve İbn Vaddâh kuşağı sayesinde geliştiği, İbn Abdilber ve Ebü’l-Velîd el-Bâcî ile de olgunluğa ulaştığı kabul edilmektedir. İbn Hazm, Bâcî ve Kâdı Iyâd gibi hemşehrileri tarafından “Endülüs’ün gelm
21 yıllık halifeliğinde, iç savaşın ve patlak veren çok sayıda isyanın bastırılması, fetihlerin yeniden organizasyonu, İfrîkiyye ve Ermenistan’ın İslâm hâkimiyetine girmesi, devletin kurumlarının Muaviye'den sonra yeniden oluşturulması, para reformuyla birlikte Bizans’a meydan okurcasına ilk İslâm dinarının bastırılması, o güne kadar farklı dillerde tutulan divan kayıtlarının Arapçalaştırılması, nüfus sayımının yapılması ve vergilerin yeniden düzenlenmesi, Kubbetü’sSahra gibi ilk anıt eserlerle birlikte muh
Gerçekte Endülüs milleti Arap, Berberi, Romen ve Vizigot melezi olup özgün niteliklere sahip farklı bir millettir. Bu millet 1497’den itibaren İspanyolların uyguladığı sistemli bir soykırıma maruz kalmış ve yitip gitmiştir. Onlardan geriye kalan kültürel miras ise tüm insanlığa mâlolmuş şekilde yaşamaya devam etmektedir. Elinizdeki kitapta, Endülüs İslam toplumunun hem kendi içindeki gayrimüslim topluluklarla ve hem de dışarıdaki hristiyanlar ile sağladığı siyasi, askeri, toplumsal ve kültürel iletişim ve e
Müslüman Türkler’le XI. Yüzyılın başlarında tanışan Hint alt kıtası (Hindistan, Pakistan, Bengladeş) XV. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlılar’la çok güçlü irtibatlar tesis etmeye başlamıştır. Özellikle sömürgecilik çağı olan XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra kendi geleceklerini ve onurlarını Osmanlılar’ın varlığında gören Hindistanlı müslümanlar bütün çaresizliklerine rağmen Osmanlı Devleti’nin bekası için harekete geçmiş ve 1924’te hilafetin ilgasına kadar ellerinden gelen her türlü fedakârlığı ya
Halife’nin keyfî ve otokratik gücü sadece bir açıdan kısıtlanmıştı. O da her Müslüman gibi, şeriat yani İslam hukukunun hükümlerine tabiydi. Bu sınırlandırma, İslam hukukunun temel olarak (en azından teoride) vahyedilen İlahi Kelâm’dan türemiş olmasından ve insan hayatının her alanıyla ilgili düzenlemeler koyarak Hristiyanlıkta doğan kilise kanunu ile devlet hukuku arasındaki ayırıma izin vermemesinden kaynaklanıyordu.
Safiyye’ye verdiği düğün hediyesi hürriyet idi. Muhammed’in Safiyye’ye karşı aşkı o kadar şedîd {şiddetli} idi ki Medine’ye avdet için karargâhı tebdîl ettikleri {değiştirdikleri} zaman Muhammed, zevcesinin deveye binmesine yardım için bir dizini yere koydu ve kendisine basamak yaptı. Sonra, Medine’de Muhammed’in diğer zevceleri bu yeni zevceyi kıskanarak güzel Safiyye’yi pek mağrurâne ve istihfâfkârâne {küçümseyerek} kabûl ettiler, kendisine Yahudi Cariye nâmını verdiler, Safiyye’yi ağlattılar. Nihayet Muh
İnsanlığın ortak hafızası olan tarih, özgün bir ilim dalı olup hemen her alanda merak edilen birçok soru, bu ilmin engin genişliğinde cevap bulmaktadır. Bir başka deyişle tarih, ferdî ve toplumsal planda eğitici, öğretici özellikleri ve ibret alınması gereken karakteriyle hayatımızın tam ortasında yer almaktadır. Geçmişin tecrübesinde iyi, doğru ve güzel olarak kodlanan her birikimin aynen ya da daha da geliştirilerek şimdiye ve geleceğe taşınmasına dair çabalar oldukça önemlidir. Elbette böyle bir yaklaşım
Tükendi
Es-Semhûdî'nin Medine’nin doğal, tarihî ve dinî yapılarına yoğunlaşmış Vefâü’l-vefâ bi-ahbâri dâri’l-Mustafâ adlı eseri ile Medine tarih yazıcılığı yöntem, içerik ve sistem bakımından klasik dönemin deyim yerindeyse zirve noktasına ulaşmıştır. Çünkü Vefâ’dan sonra Medine tarihine dair telif edilen eserler, birçok yönden es-Semhûdî’nin Vefâ’sını örnek almış ve ondan önemli bir kaynak olarak yararlanmıştır. Memlükler devletinin son devirlerinde Medine’de yaşayıp orada yıllarca fetva veren, medreselerde hocalı
"Bugün bir saatliğine Rasülallah Efendimizi evimde misafir etseydim nasıl davranırdım? Dükkanıma giderken önümde Efendimiz yürüseydi ardında nasıl yürürdüm? Bulunduğum mecliste Nebiyy-i Ekrem Efendimiz de bulunsaydı nasıl otururdum? Efendimizin yaşadığı saadet devrinde yaşasam O'na hürmetim nasıl olurdu?... diyebilen ve bunları aziz hayatlarında uygulama fırsatını bulan, yatarken O'nun sevgisine bürünüp yatan, kalkınca O'nun gül kokusunu alma düşüncesiyle kalkan müminlere selam olsun...
İslâm’ın ilk döneminde Medine’de 169/786 tarihinde Ehl-i Beyt Nesli’nden Hüseyin b. Ali’nin başlattığı isyan, Medine yakınlarındaki Fah denilen yerde çok sayıda Ehl-i Beyt taraftarının Abbâsî orduları tarafından öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Şiîler tarafından Kerbelâ Vak‘ası’ndan sonra en acı olay olarak nitelendirilen bu faciadan, İdrîsî Devleti’ni kuracak olan İdrîs b. Abdullah canını kurtarabilmiş, iki yılsüren tehlikelerle dolu bir yolculuktan sonra İslâm Dünyası’nın en batısına, Kuzey Afrika’ya ul
Sadece stokta olanlar : 
Toplam 710 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1